Magazinname.com yazarlarından sinema eleştirmeni Can Turbay bu haftada köşesinden sizlere kabuğunuzu kırdırtacak bir eni Favori Filminiz İle Tanışın: Sing Street Yaşadığınız yer, kendi dertlerinizle ilgilenme şansı sunmayıp vergi olarak size ”ülke sorunları” adlı dertler mi yüklüyor, günümüz insan ilişkileri size fazlasıyla karmaşık ve yorucu mu geliyor, hayalleriniz ile yaşayacağınız gerçekler arasında sıkışıp kaldınız mı, sadece mutlu olmak isterken az önce saydığım sebeplerden ötürü oldukça mutsuz ve karamsar mı hissediyorsunuz? Hadi ama, daha önce bana gelseydiniz ya! Neden mi? Çünkü derdiniz dermanı bende de ondan. Evet belki bu sorunları çözemem ama sizi birkaç saatliğine onların hepsinden uzaklaştırabilirim, sizi götürebilirim. A ben mi, yok hayır ben değil burada size yabancı dildeki tabiriyle ”comfort movies” yardımcı olacak.
O da ne diyorsanız az önce anlattığım tüm kötülüklerden sizi süresi boyunca uzaklaştıran, mutluluğun ne olduğunu hatırlatan ve tatlı bir huzur veren filmlerden söz ediyorum. İşte bugün konuşacağımız film şayet henüz izlemediyseniz yeni favori comfort movie’niz olacak ”King Street”. Ailesinin maddi durumlarının bozulmaya başlaması sebebiyle tasarruf yapmak amacıyla ortanca kardeş Cosmo okuduğu okuldan alınarak oldukça boktan ve aynı şekilde ucuz bir Hristiyan okuluna kayıt olur. Burada her türlü şiddet, kötü alışkanlıklar ve tecavüz kol gezmektedir. Kahramanımız belki de filmin vermek istediği en önemli mesajlardan biri olan ”üzgünlüğünü ve olanları kabul edip mutlu ol yani mutlu üzgün ol” mottosuna uygularcasına okulun dışında gördüğü bir kıza vurulur. Onun numarasını almak adına bir müzik grubunun olduğunu ve çekecekleri klipte oynamak isteyip istememesini sormasıyla maceranın fitilini ateşlemiş olur. Böylece doğuştan yetenekli çocukların müthiş bir müzik grubu kurmasına, bir yandan şarkılar çıkartıp grubu büyütürlerken bir yandan bu boktan okulda hayatta kalmaya çalışmalarına ve kahramanımız Cosmos’un imkansız görülen aşkına sıkı sıkı tutunmasına şahit oluyoruz.
Bi kere şunu aklınızdan çıkarmayın, benim az önce okuduğunuz bu basit anlatımımdan çok daha fazlası bu film. Çünkü müzik grubumuzun çıktığı yolculuğa müzik sanatını seviyor olun veya olmayın ya da bu işlere ilginiz olsun veya olmasın siz de ilk andan itibaren katılıyor ve yolu onlarla birlikte yürümeye hatta koşmaya başlıyorsunuz. Çünkü burada anlatılan şey sadece bir müzik grubunun hikayesi değil. Bir büyüme hikayesine bağlı olarak; genç yaşlarda diğerlerinden herhangi bir şekilde farklı olmanın getirdiği dışlanma hissiyle başa çıkma, bu hisse karşı koyup içinden gelen ne varsa onları gerçekleştirmeye çalışma, yaşadığın/yaşayacağın zorlukları hayatın bir olağan akışı olarak görüp onlarla birlikte mutlu olma, aile kavramının çocuklar üzerindeki etkileri ve bu etkilerin dışa vurumu, dostluk ilişkisinin bir insan için ne kadar hayata bağlayıcı bir unsur olması durumuna tanıklık ediyorsunuz.
Film bu ve bunun benzeri daha saymadığım birçok olayı diyalogları, karakterler ve müzikleriyle öyle güzel işliyor ki hikayesi bir bakıma oldukça klasik (görmeye alıştığımız Amerikan gençlik filmleri vari) ve basit olsa da (bahsettiğim bu türün birçok klişesini barındırıyor) 105 dakikalık cömert süresiyle sizi hiç sıkmıyor. Filmin ortalarında tempo biraz olsa da düşüyor zira ana hikayeyle bağlantısını yakalamakta zorlanabileceğimiz birkaç sahne izliyoruz. Fakat film bu tehlike ile karşı karşıya kaldığında grubumuzdan muhteşem bir parça çıkıyor ve ortada bu tehlikeye dair hiçbir şey kalmıyor. Sözlerinden müziğine gerçekten çok başarılı şarkılar bunlar. film bittikten sonra bile günlerce Spotify’da dinleyeceğiniz türden. Her biri müzik sözü veyahut özdeyiş şeklinde olan diyaloglardan da eminim ki çok etkileneceğiniz ve kendi hayatınızda bir yere koyacağınız birçok replik çıkacaktır. Oyunculuklar üst seviye olmasa da oyuncu seçimleri karakterlerin bizde hissettirecekleri bakımından çok yerinde olmuş. Ayrıca karakterlere hayat veren oyunculuklar ile birlikte gerçek ve iyisiyle kötüsüyle içten bir dünya yaratılmış.
Bazen hatta bence çoğu zaman özellikle 21. yüzyılın getirdikleri sebebiyle insan yalnızlaşmış, çoğu şeyi imkansız olarak görüp kendi kabuğuna çekilmiştir. Daha da tehlikelisi zamanla bu yalnızlık hoşuna gitmiş ve onun hayattaki tek varlığı olmuştur. Kuşkusuz samimiyetsizliğin kol gezdiği, çıkarların konuştuğu ve kötülüğün virüs gibi yayıldığı bu dünyada her şeyden uzaklaşıp yalnız kalmak muhteşem bir çözüm denemesi olacaktır. Fakat maalesef ki insan için bu yeterli değil, belki hayvan olsak bu durum kurtarırdı da insan olduğumuz için içimizdeki vicdan dediğimiz şey buna izin vermez, vermemeli de. İnsan önce bir hayalin onu bulmasına izin vermeli, kabuğundan çıkmalı, hayali için elinden ne gerekiyorsa yapmalı ve tek düşüneceği hayali olmalıdır. İşte insanı diğer tüm canlılardan ayıran yegan şey budur, onu üzgün olsa da mutlu edecek hayallerinin olmasıdır.