Aile, toplum içindeki nicelik olarak en küçük; nitelik olaraksa bir milleti tek başına muasır medeniyetler seviyesine çıkartabilecek en büyük bütündür. Her şey ailede başlayıp ailede sona erer. Bu gibi tanımlamaları ya sınıfta öğretmenimizden ya da büyüklerimizden sıkça duymuş olup hepimizin ailenin sarsılmaz bir manevi (!) değer olduğu kafası kazınılmıştır. Peki ülkemizde aileler bu tanımlardan gelen yükümlülüğü ve nitel/nicel değerleri taşıyabilmekte midir? Aile ilişkileri, kan bağı olgusu sebebiyle o ailenin fertleri arasında saf sevgi ve güven üzerine kurulmak zorunda mı, yoksa zaten üzerine kurulan tek şey menfaatler çatışması mıdır? Bu soruların yanıtı filmde eksiksiz bir şekilde var olup herkese göre farklılık içerecektir. Geçelim incelemeye:
Çoğu eleştirmen tarafından 2020 yılının en iyi yerli filmi olarak gösterilen, yönetmen Fikret Reyhan’ın ikinci uzun metraj filmi Çatlak hepimizin hayatlarında aşina olduğu gündelik yaşantıdan bir aile kesitini barındırıyor. Kısaca sinopsisinden bahsetmek gerekirse: ”göçmen işçi olarak İngiltere’de çalışan Fatih, yine İngiltere’de yaşayan ve borsadan kazandığı paralar sayesinde birikim sahibi olan arkadaşı Ayhan’dan ailesine göndermek üzere yüklü miktarda borç almıştır. Ayhan, uzun bir zaman sonrasında halen borç ödenmediği hem de maddi açıdan sıkışık olduğu için Türkiye’ye döner ve Fatih’in ailesini ziyaret eder. Bu ziyaret, ailenin yaşadığı apartmanın her bir iskeletine patlamaya hazır bir bomba koyar ve fitili ateşler.
Daha açılış sekansından biz Fatih’in Ayhan’a karşı ezikliğini hissediyoruz. Sonrasında gelen ve filmin görece kısa süresi içinde uzunca bir yer eden bu ev ziyaretinde yönetmen üç kişi üzerinden bize ailenin tabiri caizse gen haritasını çıkartıyor. Ortada yirmi bin poundluk kısa zamanda ödenmesi gereken ciddi bir borç var. Film için de çok önemli olan bu borç sayesinde ailedeki her bir ferdin kişiliğini dikkatlice seçilmiş diyaloglar ile tartabiliyoruz. Örnek, yaşlanmış olmasına rağmen hala birçok işi yürüten ailenin reisi muhafazakar baba. Bu babanın, borsadan kazanılan yani paradan kazanılan paranın kumardaki para gibi haram olduğunu söylemekle birlikte sorumlu oldukları borcun ödemesini geçiştirmek veyahut hiç ödememek fikrini kafasında döndürüp durduğunu görüyoruz. Bir de, babanın rahatlığına karşılık haklı durumda olan Ayhan’ın alacağını istemek için saygısından kırk takla atıp bir kere bile ”ya kaç zaman oldu verin benim şu borcumu kardeşim” diyememesi günümüz Türkiyesi’ndeki borçlunun borcu ödemediği için utanması gerekirken alacaklının hakkı olanı isterken utanmasına güzel bir selam çakmış.
Filmin bir saatlik yani dörtte üçlük kısmında bu geniş ailedeki fertlerin birbirleriyle diyaloglarını izliyoruz. Filmin bu şekildeki yapısı nedeniyle çok önemli bir konumda olan diyalogların ne çok ağır ne de çok sıradan olduğunu söylemekle birlikte seyir zevkini arttıran ve bizi borç sebebiyle yaşanacak büyük patlamaya hazırlayan türden olduğunu da söyleyebiliriz. Eminim ki hem tiplemeler hem de bu diyaloglar size çok tanıdık gelecek ve izlerken ister istemez rahatsızlık hissedeceksiniz. Ne kan bağından gelen sevginin, ne de saygı ve güvenin bulunmadığı sohbetler bize, aslında her şeyin bireysel menfaat ve bunu en iyi temsil eden paradan ibaret olduğunu bir kez daha hatırlatıyor (Bu arada filmde ana olay dışında bir olay veya olaylar silsilesi yok bu yüzden tempo çok yüksek değil fakat filmin süresi bu durumun yarattığı eksikliği kapatıyor).
Filmin son kısmında ise hiçbirimizin sevmediği o geniş aile yemeği (genellikle bu mangal olur) faslını görüyoruz. Tarafların her biri köpek misali birbirlerine diş gösterip hafiften de ısırma çabalarına giriyor (zaten hiçbirinin arasının da gerçekte iyi olmadığını hemen hemen her sahnede hissediyoruz). Borç nedeniyle hali hazırda var olan gerginlik, her bir bireyi sarmalıyor ve sonunda bombaların hepsi bir bir patlamaya başlıyor.
Film ilk anından itibaren bizi bu kavgaya hazırladığı için bu patlamalar silsilesi tam olarak beklentimi karşılamasa da iyi bir final sunuyor. Çünkü biliyoruz ki aileden olup olmasının önemi olmadan artık kimsenin kimseye bir tahammülü yok hele ki bu ekonomik şartlarda konu paraysa tahammülü hiç hiç yok. Uzun lafın kısası belki kendi geniş ailenizde çok benzerini yaşamış olduğunuz bu olay Fikret Reyhan’ın her anlamda minimal ve sade anlatımıyla filmde vücut buluyor ve bize seksen dakikalık Türk tipi ailenin, çatlakları sebebiyle en ufak durumda enkaz altında kalacak apartmanını gezdiriyor. Yazı bu kadardı beni okuduğunuz için gerçekten çok teşekkür ederim, hoşça kalın!