Unsane film incelemesi

Unsane film incelemesi

“Side Effects” filmiyle yönetmenlik kariyerine kısa bir ara veren Steven Soderbergh, bu suskunluğuna önce “Logan Lucky” ile Hollywood’un alışılagelmiş formüllerinden uzak, deneysel bir tarza imza atmıştı. Ve Soderbergh, aynı cesareti “Unsane” ile de sürdürdü. Tıpkı “Logan Lucky” gibi, “Unsane” de oldukça tanıdık bir konuyu ele alıyor. Uzun süredir peşinde olduğu sapığı bulmak amacıyla bir akıl hastanesine giren ana karakter Sawyer, kendisini bir hastane hastası olarak bulduğunda içinden çıkılmaz bir durumla karşı karşıya kalır. Sawyer, çevresindekileri deli olmadığına ve peşindeki sapığın burada olduğuna ikna etmeye çalışsa da kimse ona inanmaz. Aklını yitirmeden önce her şeyi çözmek ise Sawyer’ın omuzlarına ağır bir yük olarak biner.

Unsane, yalnızca dışarıdan bakıldığında sıradan bir gerilim filmi gibi görünebilir. Ancak yönetmen Soderbergh’un yarattığı klostrofobik atmosfer, hikayenin içine yerleştirilmiş ufak detaylar ve Claire Foy’un etkileyici performansı, filmi türünden bir adım öteye taşıyor.

Öncelikle, Unsane’in tamamının iPhone kameralarıyla çekilmiş olması, herkesin dilinde olan bir konu. Bu karar, filmdeki görüntülerin, eski filmlerdeki kare ekran ile günümüz geniş ekranının bir karışımı gibi olmasını sağlamış. Bu da ana karakterin kapana kısılmışlık hissini daha da vurgulamış. Ayrıca, görüntü yönetmeni ve kurgucunun Soderbergh olması, sonucu daha da etkileyici hale getiriyor. Filmde hiçbir kare boşa harcanmamış ve görüntüler son derece etkileyiciydi. Bu detaylar sayesinde film boyunca dikkatimi çeken bir unsur vardı ve hiçbir an sıkılmadım.

Kesinlikle, Unsane’de övgüyü hak eden bir başka önemli nokta Claire Foy’un muhteşem performansıydı. Foy’un oyunculuk yeteneği ve karakterine olan derin bağlılığı, Unsane’in başarısının temel nedenlerinden biriydi. Ayrıca, Foy’un bir İngiliz olması göz önüne alındığında, filmde sergilediği Amerikan aksanı gerçekten kusursuzdu. Bunun yanı sıra, yardımcı oyuncular arasında Joshua Leonard’ın performansı da Foy’unki kadar etkileyiciydi. Bu iki oyuncunun bir araya geldiği sahneler, Unsane’in en çarpıcı bölümlerinden biri oldu.

Evet, Unsane’in oyunculukları, yönetmenliği ve teknik yönleri başarılı olsa da, bilindik bir konuya sahip olması bazı sıkıntıları da beraberinde getirebiliyor. Bu da filmin zayıf yönlerine odaklanmama neden oluyor. Film hakkında en çok rahatsızlık duyduğum nokta senaryosuydu. Bunun sebebi karakterlerin veya diyalogların kötü yazılmış olması değil, zira bunlar oldukça başarılıydı; ancak hikayenin içinde bulunduğu gerilimli atmosferi yeterince kullanamamasıydı. Görsel olarak ana karakterin yaşadığı klostrofobik hissi siz de hissetseniz de, hikaye açısından daha fazla potansiyelin olduğunu düşündüm. Yani ana karakterin durumunu daha da çetinleştirecek ve onun için bir çıkış yolunun imkansız olabileceğini hissettirebilecek unsurların eksikliği dikkatimi çekti. Ancak film, ana karakterin durumunu daha da karmaşık hale getirmek yerine tamamen tesadüfi olaylar sonucunda, onun durumunu kolaylaştıracak objeler sunmayı tercih etti. Örneğin, başka bir hastada bulunan kesici bir alet veya bir telefon gibi şeyler. Bu nedenle, film tarafından yaratılmaya çalışılan atmosfere tam olarak kapılmak bazen zor olabiliyor. Ayrıca, senaryonun türünün diğer örneklerinden farklılaşmak için herhangi bir çaba göstermemesi, sonucu biraz sıradanlaştırıyor gibi geldi bana.

Genel olarak Unsane, türünün geleneklerinden çok uzaklaşmayan, bilindik bir gerilim filmiydi. Filmde bazı gelişmeleri gördükten sonra neyin nasıl gelişeceğini rahatça tahmin edebilirsiniz. Ancak hikayenin taşıdığı görsel atmosfer, güçlü performanslar ve Soderbergh’ün yönetmenliği, filmi türündeki benzerlerinden bir adım öne çıkarmış. Mutlaka izlemeniz gereken bir film olmasa da, izlediğinize de pişman olmayacağınız bir yapım.

Kamil Hızer / Magazinname.com

Instagram: @kamilhizer

Bir yanıt yazın