Nişantaşı’nın o zarif sokaklarında buluştuk Gizem Altay’la. Kahvesini yudumlarken bile gözlerinde o tanıdık ışıltı vard, bir tasarımcının, bir sanatçının, hatta biraz da hayalperestin ışıltısı… Uzun süredir yakından takip ettiğim bu özel kadını dinlerken, aslında sadece bir moda yolculuğuna değil, kendi çizgisini cesurca inşa eden bir vizyona tanıklık ettiğimi hissettim.
1992 Nisan’ında İstanbul Bakırköy’de dünyaya gelen Gizem Altay, çocukluk yıllarından itibaren kumaşların, renklerin ve çizgilerin büyüsüne kapılmış. Henüz çok genç yaşta, modayı yalnızca bir giyim biçimi değil; duyguların, enerjinin ve karakterin dışa vurumu olarak görmeye başlamış. Bu tutku, onu özel bir moda okuluna yönlendirmiş ve kısa sürede eğitimini profesyonel bir kariyere dönüştürmüş.
Kariyerinin ilk döneminde haute couture alanında yoğunlaşan Altay, el işçiliği ve form detayları üzerinde titizlikle çalışarak estetik duyusunu keskinleştirmiş. O dönemde kazandığı teknik beceriler, bugün onun imzası haline gelen zarif ama güçlü siluetlerin temellerini oluşturmuş. Ardından hazır giyim sektörüne geçiş yaparak birçok kurumsal markanın kadın koleksiyonlarını hazırlamış; feminenliği modern bir dille buluşturan tasarımlarıyla adından söz ettirmiş.
Ancak Gizem Altay’ı asıl farklı kılan, sahne kostümlerine uzanan o yaratıcı adımı olmuş. “Sahne bir rüyadır” diyor, “ve o rüyayı gerçeğe dönüştürmek benim işim.”
Bu vizyonla Türkiye’nin önde gelen sanatçılarıyla çalışmaya başlayan Altay, özellikle Hande Yener ile gerçekleştirdiği iş birlikleriyle moda dünyasında cesur bir imza bıraktı. Onun kostümleri yalnızca birer sahne kıyafeti değil; sanatçının enerjisini, hikayesini ve duygusunu taşıyan birer görsel manifestoya dönüştü.
Yalnızca müzik sahneleriyle sınırlı kalmadı: Mustafa Ceceli’nin sahne kostümlerinden, “Notre Dame’ın Kamburu” tiyatro oyununun dramatik kostüm tasarımlarına kadar uzanan geniş bir yelpazede yarattı. Watsons açılış gösterisi gibi büyük marka etkinliklerinde ise markaların kurumsal kimliğini sanatsal bir estetikle birleştirerek farkını bir kez daha ortaya koydu.
Bugün Gizem Altay, moda dünyasında yalnızca bir stilist değil, sahne ile hayat arasındaki çizgiyi silikleştiren bir hikâye anlatıcısı olarak anılıyor. Tasarımlarında cesaret ve zarafeti aynı potada eriten, modernliği duyguyla harmanlayan bir bakış açısına sahip. Her dikişinde bir fikir, her kumaşında bir tutku var.
Kısacası Gizem Altay, Türkiye’de kadın giyiminin ve sahne estetiğinin yeni nesil temsilcilerinden biri. Onun modası yalnızca görünmekle ilgili değil; hissettirmek, dönüştürmek ve kadının kendi gücünü yeniden keşfetmesini sağlamakla ilgili.
Ve ben Nişantaşı’ndan ayrılırken, zihnimde şu cümle yankılandı:
“Moda, bazen bir elbise değil; bir kadının kendini yeniden doğurmasıdır.”
Raif Akyüz / Magazinname.com
Magazin Name Güncel Magazin Haberleri