Pınar Çekirge’den Sevda Ferdağ anısına “Biraz daha para, biraz daha şöhret, biraz daha yalnızlık. “

Pınar Çekirge’den Sevda  Ferdağ anısına “Biraz daha para, biraz daha şöhret, biraz daha yalnızlık. “
Çok değil birkaç saat önce gelen bir haberle ürperdim.” O da mı, gitti ” diye sordum kendime.O da çekip gitti, demek !
Evet, Sevda Ferdağ aramızdan sessizce ayrılmış bugün.Meğer bir süredir rahatsızmış.Evinden çıkmıyormuş.
“Gurbet kuşları”, “Erkek Eli”, “Cibali Karakolu”, “Hindistan Cevizi” filmleri geçti gözlerimin önünden tek tek.Ve tabii, “Seninle Son Defa’nın Nesrin’i.Ne çok etkilenmiştim o filmden.
Asıl Sevda Ferdağ ile tanışmam Selim İleri’ nin ” Hatırlıyorum ” (*) adlı kitabında yer alan ” Sevda ile Geçen Zaman ” bölümüyle olmuştu.
Bir günbatımında ” …bugün de bitti çok şükür, ” diyen bir Sevda Ferdağ vardı satırlar arasında.Haydi bir göz atalım, ne dersiniz ?
” Sevda Ferdağ’nın siyah tuvaletli yalnızlık sahnesi çekilmiştir.Kendisi de o kadar yalnız bir insan değil miydi ? (…)Tersine daha çok canlılığı, kayıtsızlığı, neşesi, çevresiyle şakalaşması dikkat çekiyordu Sevda’nın.Aşırı kişilikliydi kuşkusuz; ama sözünü esirgemezliği çoğun kırıcılığa varıyordu.Çabuk öfkeleniyor, çabuk ‘adam harcıyor’, çabuk dışlıyordu karşısındakini.Bunların gizlemiş ve iç dünyasını koruma duygularından kaynaklanabileceğini doğrusu düşünmemiştim.(…)
 
 Acımasızlığının altında yumuşak başlılık, öfkesinin ve kırıcılığının temelinde uçsuz bucaksız bir sevecenlik yattığının ayırtına varmıştım handiyse.Bir uç insandı besbelli.
 
Sinemamız ve sinemacılarımız konusundaki yargıları amansızdı.Boyuna yinelenen bir bayağılık, bir rekabet kavgası görmüştü Türk sinemasında.Bu yüzden alaycı tutumu alabildiğine keskindi.Star sistemini dışlamış, ikinci planda kalarak benliğini korumayı seçmişti.Sonra sahne…Galibağa o günlerde bir gazete röportajında şöyle diyordu:
 
‘ Biraz daha para, biraz daha şöhret, biraz daha yalnızlık. “
Selim İleri’nin ” Ya sinema ? ” sorusunu şöyle yanıtlamış Sevda Ferdağ :
” Artist olmak aklımdan geçmiyordu.Almanya’ya gittim, döndüm.Artist oldum.Ciddiye almadım sinemayı.Ciddiye almam için bir sebep de yoktu zaten.Bazen aynı gün, üç ayrı filmde oynuyordum.Üç ayrı film ama, gün gibi, roller de aynı…Öyle bir zaman geldi ki, nereye varmak istediğimi tamamıyla kaybettim.”
1990’ların ilk yıllarında Hadi Çaman ve Yedi Tepe Oyuncu’larının sahneye koyduğu ” Hoşgeldin Amerika ” da Hafize karakterini yaşar kılmıştı.Nejat Uygur Tiyatrosu’ndan sonra ikinci kez yine tiyatro sahnesindeydi.
Hatırlıyorum, toplu bilet alımı için Nişantaşı’nda ki salona gitmiştim.Sevay ile konuşurken, fuayeye Hadi Çaman ile Sevda Ferdağ gelmişlerdi.Provadan çıkmışlardı…Hadi Çaman beni görüp yanıma geldi ve işte ” Sahnem de gerçek bir Sevdaaa ” diye tanıştırdı beni Sevda Ferdağ ile.
Kömür karası saçları, insanın taa içine işleyen bakışları ve kusursuz yüz hatlarıyla ne kadar güzeldi…hatta, çok güzeldi.
“Hoşgeldin Amerika ” nın broşüründe Sevda Ferdağ kendinden şöyle bahsetmişti, haydi gelin, yine beraber okuyalım :
” Doğum tarihim mi ? Ne önemi var.Doğduğum yer sinema.Sene 1963.Ardından gazino sahnelerinin…biraz daha zengin, biraz daha yalnız ortamı.Ve 1980’ler tiyatro.
 
Sevgili Nejat Uygur hatırlıyor musun, ablam Ferda Ferdağ’ı aramıştın.O’nun çalışmaları nedeniyle rolü alamayacağını söylerken, bir kara kedi gibi araya girip, ‘Ben oynamak istiyorum,’ demiştim.
 
Paşa Hazretleri ve Goodby Mr.Çarli.
 
Unuttuğum okul kokusunu yıllar sonra sizin tiyatroda kokladım.
 
Sevgili Hadi Çaman bana bu rolü önerdiğinde, çok heyecanlandım.Hafize rolünü, hele beraber çalıştığım genç oyuncuları nasıl sevdim, bilemezsiniz.
 
Dönelim özgeçmişe : Eğitim mi o da sinema.Sevdiğim filmler mi, hepsi.Çünkü hepsi varolmanın basamaklarıydı.
 
Büyük olasılıkla ölüm yerim de sinema ya da tiyatro olacak.Ne güzel. “
Haluk Işık’ın yazdığı, Macit Koper’ın yönettiği ” Hoşgeldin Amerika “da Sevda Ferdağ, Zuhal Gencer, Mesut Akusta, Meliha Savaş, Ayşegül Aksel, Oktay Şenol, Hülya Şen, Volkan Saraçoğlu…kimler yoktu ki.
Sevda Ferdağ Hafize olarak belleğimde kalmış.Tıpkı Gurbet Kuşları’nın Seval’i, Erkek Ali’nin Hatice’si Cibali Karakolu’nun Ayfer Şenay’ı gibi.Ve o Jon traş bıçağı rekamındaki büyülü edası…
Selim İleri ile bitirmek istiyorum yazımı :
” Bir gün, Boğaziçi’nde bir bahçede günbatımıyla açtı açacak akşamsefalarını görmüştük.Sevda :
 
– Bak ; akşam sefası demişti.
– Açıyorlar.Güneş batınca…Güneş batıyor.
– Öyle.Geceye taşan, geceyi taşıyan dertler gibi.” 
(*) İleri S.: ” Hatırlıyorum ” Altın kit.Yay., 1984

Bir yanıt yazın