Pınar Çekirge “Sevgili Yolanda Cristina Gigliotti,”

Pınar Çekirge “Sevgili Yolanda Cristina Gigliotti,”
Neredeyse tam otuz yedi yıl sonra, size olan duygularımı anlatmaya karar verdim. Belki yeterince farkında değildim. Belki susmak işime geldi. Bunca sene hep kaçtım, erteledim. Geçiştirdim. Çekindim.
 
Ama artık anlatma zamanı, belki bir yerlerde erguvanlar çiçeğe durmuşken. Zambaklar açarken ve tarihler giderek 2 Mayıs’a yaklaşırken.
 
Aslında altı sene önce Paris’te sizi ziyaret ettiğim o sabahı, anlatmam gerekiyordu. O bahçede önünüzde diz çökmüştüm hani.
 
Sevgili Yolanda Cristina Gigliotti, bu akşam belki yarın ya da en çok öbür gün size olan duygularımı anlatmaya başlayacağım. Yine burada belki yine, tam da bu saatte.Buna sebep, geçen gün Çiğdem Tunç ile röportaj yaparken yakaladığım o fiziki benzerlikti.Öyle bir an geldi ki, O’nu siz, sizi O sandım.Umarım sizi sahnede yaşar kılar bir gün.Mahpeyker, Cahide’den sonra Yolanda Cristina Gigliotti, neden olmasın ?
 
Siyah mermere süzülen göz yaşlarının tanığı o şarkı olmuştu, hatırlarsınız. Aslında o şarkı garip bir lanet gibi, ikimizden bahsediyordu veya ben öyle olsun, istedim.
 
” Moi je veux mourir sur scène,
Devant les projecteurs,
Oui je veux mourir sur scène, le cœur ouvert tout en couleurs
Mourir sans la moindre peine
Au dernier rendez vous
Moi je veux mourir sur scène en chantant jusqu’au bout…” 
 
Hatırlıyorum, Ajda Pekkan tanıştırmıştı bizi.” ParoleParole ” nın Türkçe versiyonu “ Palavra Palavra ” ile.
 
Evet, her şeyi anlatacağım sevgili Yolanda Cristina Gigliotti. Hayatla olan doku uyuşmazlığınızı, “Mourir sur scène “i her dinlediğimde, daha da anladığımı itiraf etsem, şimdi.
 
” Mourir sans la moindre peine d’une mort bien orchestrée…”
 
2 Mayıs 1987 Cumartesi’yi 3 Mayıs’a bağlayan geceye mi dönsek? Belki çok önceden vermiştiniz kararınızı. Onlarca haklı nedeniniz vardı, kuşkusuz. Keşke, vazgeçseydiniz. Hiç değilse erteleseydiniz…sahi, o gece ilk kez odanızın ışığını söndürdünüz, değil mi ? Karanlıkta uyumaktan korkarmışsınız, öyle söylemişlerdi.
 
Kağıdı önünüze çektiğiniz an, yalnızlık bir duman gibi içinize sızmıştı, biliyorum. Onulmaz düş kırıklıklarınız vardı. Küçük bir çatlak, bir sıyrık.
 
“ Hayat artık çekilmez hale geldi. Beni affedin, ” diye yazıp imzaladınız. Düşünüyorum da, sadece elli dört yaşındasınız. Şimdiki yaşımdan on iki yıl daha genç.
 
20 Nisan 2018. Montmarte Mezarlığı’nın yosun yürümüş, ıslak taşları arasında yürürken, Manuel Benitez’i düşündüm. Alain Delon’un size yakarışını. Ve tabii, Gigi l’Amoroso’yu.
 
Kurumuş çiçekler… her yan ne kadar sessizdi. Sabahın en erken vakti adresinizi bulmak için kapı girişindeki planın fotoğrafını çekmiştim.
 
Ve birden sizi gördüm. Oradaydınız. Az ötede. Ürperdim. İliklerime kadar buz kestim. Gözlerimde erguvan yağmurları, midemden ekşi bir şu geldi. Elimin tersiyle dudaklarımı sildim. Öylece kalakaldım. Boğazıma bir şeyler takıldı sanki.
 
Sizi ve şarkılarınızı çok sevdim. Ajda’yı sevdiğim gibi. Hayatıma dair ipuçları buldum şarkılarınızda, ruhlarımızın birbirine karıştığını duyumsadım. İlle de hep o acımsı tatlar, aynada yansı bulup çoğalan, lila rengi hüzünler ve sayısal tutkular. Tutkularım. Öğretilmiş umutsuzluklar, duygu girdaplarımla yüzleştirdiniz beni.
 
Yaşananlar, yaşanmayanlar, yaşanabilecek olanlar ve siz; Yolanda Cristina Gigliotti. Yani DALİDA… Sizi çok seviyorum. Tıpkı suya düşen bir damlanın büyük bir dalgaya dönüşmesi gibi, çoğalan bir sevgi bu.
 
Montmarre Mezarlığı’ında zaman akıyordu. Sonsuzca, sonrasızca. Artık biliyordum, özlem ve elem bittiği yerde kavuruyordu yürekleri. Başladığı yerde değil. Ve bize dayatılan, önerilen, kuralları evvelce saptanmış hayatları yaşamaya tutsaktık bile isteye.
 
” Je suis malade
Complètement malade
Comme quand ma mère sortait le soir…” 
 
Yazılmamış, anlatılmamış öykülerim olmayacak, sözüm söz Dalida ! 
 
Kimbilir belki günün birinde aynı noktada buluşuruz.Kimbilir ? 

Bir yanıt yazın