Konsolun üstüne bıraktığı çift kollu şamdandan dökülen mercan renkli ziya yüzüne vurmuştu.
“Romana şarkısı bitti. Alkışlar bir müddet sürüyor. Sonra, Ali Sururi ile Toto Karaca‘nın konuşmaları başlıyor. Halk kahkahadan kırılıyor.” (1)
O’nunla sohbet etmek, sahne hayatını, yaşar kıldığı karakterleri, İstanbul Tiyatrosu yıllarını, Muhlis Sabahattin, Muammer Karaca, Muzaffer Hepgüler, Mehmet Karaca, Lütfullah Sururi, Ali Sururi, Şevkiye May, Alev Sururi, Yusuf Sururi, Doğu Erkan, Ilhan Daner, Müjdat Gezen, Saime Bekbay, Abdullah Şahin, Öztürk Serengil’i, Cem Karaca‘nın vatandaşlıktan çıkartılmasından sonra yaşadığı hasretten, o yüksek gerilimli zamanlardan konuşmak isterdim. Ve tabii, Felekyan Ailesi’nden. Bütün bunlar için çok geç kalmış olduğumu biliyorum, ama işte…
Bazen Toto Karaca ile dünden bugünden konuşurken hayal ediyorum kendimi. Aklıma geleni söyleyip, dilimin ucuna geleni sormayı, düşlüyorum.
Hele bugün…takvimler 18 Mart 2024’ü gösterirken, dünyaya gelişinin 112.yılında…
“Maksim Bar afişlerine, sonra hemen bütün tiyatro kartelalarına adı ve resmi en göze çarpacak şekilde giren ‘Maksim Bar Yıldızı ve Istanbul Colins Moor’u dansöz ve şantöz İrma Toto…” (2)
Gün geceye akarken hava daha da alçalmış, yağmur giderek hızlanmıştı. Islak, rutubetli taşlara takıldı gözüm.
O an, Toto Karaca‘nın zaman zaman dilime, sesime düşen repliğini hatırladım: ”Çorba yaptım baaastırmalı, kuru fasulya pişirdim baaastırmalı, pilav da kotardım baastırmalı…”
Toto Karaca’nın sözünü Ali Sururi keserdi :
“Bunları yedikten sonra da soda içip, mideyi bastırmalı…”
Toto Karaca, Ali Sururi
1970’lerin hemen başında Elhamra Sahnesi’nde izlemiştim O’nu ilk kez. Bir anda kopan antre alkışıyla, salon sahiden yıkılacak gibi olmuştu. Abartmıyorum, inanın. Zemin sallanıyordu resmen. Korkmuştum.
18 Mart 1912’de dünyaya gelmişti Toto İrma.
Teyzesi Rosa Felekyan, annnesi Mari Felekyan olunca, çocukluğunun tiyatro kulislerinde geçmesi doğaldı.
“Bale ve şan dersleri almıştım çocukluğumda. Bu nedenle yine o küçük yaşlarımda dans etmiş ve şarkı söylemiştim birazcık. Teyzem Roza ile tiyatrodaki işimiz bitince; ben eve dönmez, Naşit Bey‘i ve İsmail Dümbüllü’yü izlerdim tiyatroda kalıp.” (3)
On yedi yaşındayken, İzmir’in Karantina mevkiinde bulunan Şık Sineması’nda sergilenen, “Kumrular” operetinde sahne aldı ilk defa.
“Söylediğim gibi bale yapar, şarkı söylerdim çocukluk yıllarında.Büyük operet ustası Cemal Sahir Bey izlemiş beni ve ‘Bu kızdan çok iyi subret olur’ demiş.” (4)
Yanılmamış Cemal Sahir öngörüsünde. Haklı çıkmış.
“1927 ilkbaharında Millet’i, Ferah’ı, Şark’ı ve bütün öteki sahneleri devrin ünlü şarkıları olan Romona, Valansiya, Ça c’est Paris, Fleures d’Amour’larla çın çın öttüren, Çarliston veya Çardaş danslarıyla, koltuktan paradiye kadar bütün salonu alkıştan kırıp geçiren İrma Toto…” (5)
Bir anda ‘Bukleli İrma’ diye anılmaya başlanması. Operetler, çoğu Fransızca’dan tercüme edilmiş vodviller, turneler, yokluk zamanları, alkışlar…Hep mücadele. Hep o heyecan. Ve hep o tiyatro tutkusu.
“Cemal Sahir’in ‘Kumrular’ operetiyle ilk defa operet sahnesinde oynayışını, ‘Maskot’, ‘Tarla Kuşu’, ‘Çardaş Prensesi’ operetlerindeki başarıları…” (6)
Kuşağınının ve döneminin en önemli oyuncuları arasındaydı artık. Üzerine gölge düşmeyecek bir sevda olmalıydı tiyatro onun için. Yel üfürmeyecek, sel götürmeyecek bir sevda.
“1934 – 35 mevsiminde Fransız Tiyatrosu sahnesinde Türk – Yunan müşterek ‘Çardaş’ temsiline rol alan İrma Toto (subret) ve Lütfullah Sururi (Jön Komik) çiftinin Tenor Konfinyotis ve Prima Donna Zozo Dalmas’ı nasıl da silivermiş olduğunu…” (7)
1938 yılında Mehmet Karaca ile Beyoğlu Evlendirme Dairesi’nde hayatını birleştirdi. Nikaha kimseyi çağırmadılar ama o gece Şehir Tiyatrosu’ndan yakın dostlarıyla bir gazinoda bir araya gelip, doyasıya eğlendiler.
5 Nisan 1945 tarihinde Cem Karaca dünyaya geldi. Doğrusu ya, ne Mehmet ne de Toto Karaca oğullarının sanatçı olmasını, başta hiç mi hiç istememişlerdi. Özellikle babası ille hariciyeci olmasında ısrarlıydı. Hatta Cem Karaca‘yı sahnede şarkı söylerken yuhalatmak için, parayla adam bile tutmuşlardı.
Arada film çalışmaları da yaptı Toto Karaca. 1977 yapımı “Bizim Kız” örneğin. Öncesinde; “Kılıbıklar” , “Bağdagül” ,”İstanbul Yıldızları” , “Eğlence Bülbülleri”, “Izdırap Şarkısı”…
Televizyonun siyah beyaz olduğu yıllarda, Öztürk Serengil’li “Gülünüz Güldürünüz” programında tüm yeteneği, o sıradışı iç ışığıyla izleyicileri büyüledi Toto Karaca. Ve bir defa daha gönüllerde taht kurdu. Zaten hep çok sevilmiş, hiç unutulmamıştı.
Tiyatro hayatta kalma biçimiydi çünkü.
1969 yılında Ses Mecmuası’na verdiği röportajdan satırlar geldi aklıma:
“Babamı hatırlamadığımı, annem Mari Felekyan’la, teyzem Roza’nn bir ara birleşip ‘Felekyan Tiyatrosu’nu kurduklarını, yedi yaşında Madam Polyaka’nın bale okuluna gönderildiğimi, beş yıl orada bale dersi aldığımı, on iki yaşında Maksim Bar’da 2.5 lira yevmiyeyle dans ettiğimi falan hep anlattım gibime geliyor.”
“Ayaspaşa’ da oturuyoruz. Etrafımızda hep Türk aileleri var, ben Türk mektebine gidiyorum. Türkçe’yi düzgün konuşmamı da bunlara borçluyum zaten.”
Öd yeşili bir sızı hissetti sol kolunda, uzak denizlerden gelen bir fısıltı dolaşır gibi oldu fuayede. Gözlerini kapattı.
“Bizi yıkan sigorta ve vergiler oldu. Televizyonun yeni çıktığı zamanlar bir Dr. Kimble vardı… O olduğu zaman tiyatroya kimse gelmezdi. Allah, o Kimble bir yakalansa da, kurtulsam derdim.” (8)
Günler yıllarla demlenmişti. Yorgundu. Havada bir tütsü kokusu vardı belli belirsiz.
Hayat böyle bir şeydi işte. Her şey ve hiçbir şey. Düş gibi ama gerçek…
Ülkü Erakalın anlatmıştı bana, meğer Toto Karaca teyzesinin vaktiyle rol aldığı “Kamelyalı Kadın”ın tesirinde öylesine kalmış ki, büyüdüğünde ne olmak istediğini soranlara hemen “Kamelyalı Kadın, Marguerite Gautier” dermiş.
“Mehmet Karaca’nın eşi”, sonraları “Cem Karaca’nın annesi” olarak anılsa da, o adı olan bir kadındı. Büyük harflerle: TOTO İRMA KARACA, nam- ı diğer Bukleli Toto’ydu.Ve Spor Toto nedeniyle kulakları ne çok çınlatılmıştı, kim bilir?
12 Eylül sonrası, Cem Karaca‘nın yurtdışında yaşadığı yıllarda duyduğu hasret, giderek bozulan sağlığına rağmen, Almanya’ya gidişleri anlatılırdı. Hüznün doruğuyla, yalnızlığın sıfır noktası arasında kalmış hesaplaşmalar yaşamıştı belki de. Yine de hüznün yakasına asılı umutları olmalıydı. İlk ve son söz hep sahneydi O’nun için. Bir ömre bir den çok hayat sığdırmış, sesine renklerin tonlarını, müziğin notalarını katmış, altı çizilmesi gereken sahne dehasıyla unutulmazlar arasında yerini almıştı. O bir dönemin “simgesiydi.”
Mavimsi alacakaranlıkta tek başındaydı. Gözlerinin kenarında biriken gözyaşları kimseler görmemeliydi. Sustu. Gülümsedi.
22 Temmuz 1992’de aramızdan sessizce ayrıldığında, bir dönemin son temsilcisini, çok değerli bir oyuncuyu kaybetmiştik.
Eski, geçmiş, yok olmuş zamanlarda dolaşmak, oldum olası hep heyecanlandırır beni.
Ve o hep genç bir kadın. İşvesi, cilvesi, sahne enerjisi, şarkılarıyla. Hep o genç subret…
Çok değerli hatırasına saygıyla
Kaynakça:
(1,2,5,6,7) Arpad, Burhan. “Perde Arkası” Yeditepe Yayınları, .İstanbul, 1959
(3,4 ) Erakalın, Ülkü. ”Direklerarasının Son Direkleri”, Arıtan Yayınları, İstanbul, 1999
(8) Kadınca Dergisi, Nisan 1983 sayısı