Onun çocuk gülüşünün, o menekşe mavisi gözlerinin tutsağıydık, oldum olası.
Bu toprakların Ana Tanrıçaları‘ndan biriydi sanki. Zaman ötesinden gelmiş bir ses ya da.
Hayatın iç bükey çukur aynasında kalmadı hiç.
Sinemayı hayattan, hayatı sinemadan ayrı tutmadı yıllar yılı.
Ağıtlı zamanlardan savrulmuş Ezo Gelin, Gülsüm Ana, Ali Rıza Bey’in kerimesi Leyla, Irazca Hala, Kadın Hamlet, Şöför Nebahat, Kambur Azize, Çiçek Ali’nin yavuklusu Zelha, Prenses Nilgün, Zilli Nazife, Beyazıt Paşası Mahmud Han’ın menekşe gözlü Gülbahar’ı, Keşanlı Ali’nin delibozuk Zilha’sı, Seher Kadın, Kanlı Nigar’dı o.
Evet, Toprak Ana’ydı her şeyden önce. Fedakar, güçlü… Yenilmeyen. Sözünü söyleyen. Mücadeleci. Hiçbir koşulda hayat kaçağı olmamış bir kadın.
“110 yıllık Türk sinemasının son 60 küsur senesinde hep var oldu Fatma Girik. Film çekmese de. Sinemadan uzak kalsa da. Ne unutuldu, ne yerine biri ya da birileri gelebildi.‘ Sinema tarihimize altın harflerle yazılmış çok önemli filmlerde rol aldı.
Ülkü Erakalın’dan dinlemiştim bir defasında:
“Sete küçük bir kız gelmiş, iri mavi gözleri, simsiyah saçlarıyla çekingen, ürkek bir hali varmış. Bir köşede annesiyle zeytin ekmek yiyormuş. Belgin Doruk fark etmiş onu birden. Yönetmene dönüp ‘İşte aradığımız kız bu’ demiş.”
Ve yaşar kıldığı o ufacık rol beyazperdede ne kadar başarılı olacağının işareti olmuş aslında. Her ne kadar Atıf Yılmaz sette Fatma Girik’i ilk gördüğünde “Bundan artist filan olmaz” demişse de.
Fatma Girik sinemamızda kendi fenomenini yaratmış, canlandırdığı her karaktere sahicilik katmış, imzasını atmış gerçek bir yıldız oyuncuydu. Ve hep öyle kaldı. Oyunculuk dersi almadı doğru, konservatuvar bitirmedi ama alaylılardan da, mekteplilerden de gözlemleri sayesinde çok şey öğrendi. İçgüdüleriyle alaşımladı oyunculuk tekniğini ve gelmiş geçmiş en iyi kadın oyunculardan biri oldu.
Sinematografik yüzü, başarısı ile kısa zamanda ‘ikon’laştı. Dahası, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik ve Filiz Akın olarak toplumun ortak belleğinde yer alan, hem toplum bilimsel hem de ikonografik değerleri yadsınamaz dört efsane kadından biriydi Fatma Girik. Film festivallerinin ödül rekortmeniydi aynı zamanda.
İyi oyun adına yıldız oyuncu kurallarını hiçleyen, rol gereği vahşi bir kartalla boğuşmaktan tutun da, koskoca devasa bir yılanın boynunda dolaşmasına aldırmayacak, debisi kuvvetli bir şelalede sürüklenmeyi göze alacak kadar, her türlü tehlikeli sahneyi tereddütsüz kabul eden, kuralı, yasası olmayan, oyunculukta sınır tanımayan, her başarısı bir sonrakinin çekirdeğini teşkil eden Fatma Girik.
Şimdi hatırlıyorum da, dönem itibarıyla hiçbir yıldız oyuncunun olur diyemeyeceği Kambur Azize rolünü, hiç düşünmeden kabul etmiş ve öylesine bir oyunculuk sergilemişti ki…
Hemen her canlandırdığı rolde, komedya, dram, trajediye özgü türleri ustalıkla sentezledi Fatma Girik. Benzersiz, demi kıvamında oyunculuğuyla izleyicisini sarstı her defasında. Kuma, Kızgın Toprak, Ekmekçi Kadın, Murat ile Nazlı, Yaprak Dökümü, Boş Beşik, Büyük Yemin, Acı, Mualla, Rabia, Evlat, Yılanların Öcü, Köroğlu, Kaçak, Kambur, Sürtüğün Kızı, Üsküdar İskelesi, Yıldız Tepe’de rolünün yoğunluğunu, değişkenliğini, kat katlılığını, ruh çözümlemelerini başarıyla aktarırken, gerçek sinema sanatçısının ne anlama geldiğini de bir kez daha kanıtlamış oluyordu.
Düşünüyorum da, Fatma Girik sadece sinemamızda değil, dünya sinema tarihi içinde de antolojilere girebilecek oyunculuk dehasıyla sinema sanatına varsıllık katmış bir sanatçıdır. “Hepimizin bir formatı vardı” diyor Fatma Girik, Dört Yapraklı Yonca (2004) adlı kitapta ve şöyle devam ediyor:
“Hülya Koçyiğit; Kerime Nadir romanlarının masum, zayıf, naif kadınıydı. (…) Filiz Akın çıtı pıtı. Kolejli, zengin kız. Türkan Şoray; hoş, aygın baygın, ağzı yarı aralık, saçını şöyle bir atan tam kadın. Benimki de eli belinde, kafası ezilemeyen, fakir, baktığında kadın ama hareketleri erkek bir tip.Y ani hepimizin çok ayrı yerleri vardı. Hepimizin sevenleri vardı. Birileri birimizi daha çok seviyordu. Ama toplum bizi bir bütün olarak benimsemişti..”
Evet, film çekti Fatma Girik. Evet, sahneye çıktı, en önemli solistlerle, en büyük gazinolarda solist altı olarak çalıştı, Şişli Belediye Başkanlığı görevini üstlendi, habercilik yaptı. Hatırlarsınız, Söz Fato’daydı bir dönem. Televizyon dizilerinde rol aldı. Evet, yaptığı her işte başarılı oldu. Plak çalışması bile yaptı geçmiş senelerde.(Arşivimde mevcut o plak, arada dinlediğim olur.) Erkek Fatma’ydı o. Fato’ydu.
Kırsal kesimin, kenar mahallelerin ezilmiş kadınlarına can ve ruh üfledi perdede. (Zaten kimse varoşlarda, köyde yaşayan kadının sorunlarını onun kadar başarıyla perdeye aktaramadı bugüne dek.) Tecavüze uğradı, çamurlar içinde yuvarlandı, her defasında güçlüydü ama, savaşçıydı, anaydı, cesurdu. İsyankardı. Kendi mezarını kazan Sultan Bacı’ydı. Maden kasabasında çocukları, yaşlı kayınpederiyle yaşam savaşı veren Emine Kadın’dı. Köroğlu’nun sevdiği Gülnaz. Namık Kemal’in Zekiye’siydi. Dağdan inme Elif Kız’dı.
Fatma Girik’i anlatmaya, “Tartışılmaz oyuncu yetkinliği, sinema sanatı için ödenen, kim bilir ne çok bedel… Oyuncunun hası, oyuncunun en yiğit olanlarından biri üstelik” diye başlasam mı, diyorum? Tabii, ne yazsam, ne söylesem hep bin eksik kalmaya tutsak, farkındayım. Türk sinema tarihini oluşturan isimler arasında yer almak. Ustalık katındaki oyunculuğuyla perdede çok boyutlu kadın portreleri imar etmek hiç durmadan. Düşler serpmek yıllara cömertçe… Sonrasında ödüller, alkışlar.
Hayır, ihanet etmedi sanatına, sinema kaçağı olmadı hiç. En zor şartlar da bile direndi. Söylenecek sözünü cesaretle söyledi…söylemek ne kelime haykırdı. Nefesini nefesimize katarak haykırdı üstelik. Yaşadıkları ona, bilenmiş duyarlılıklar katmıştı çünkü.
Dahası perdeye hep çok yaraştı Fatma Girik. Sinema perdesi de ona. Her biri bir öncekini ve adeta zamanın ses duvarını aşan bir diğerinden üstün, şaşırtıcı bir sahicilikle yarattığı karakterlerde, o karakterin iç yüzünü en derininden, en ufak ayrıntısına kadar hissedip rolünü yaşıyordu Fatma Girik. Abartıya, ucuzluğa, alışılmışa gönül indirmeyen, günün genel geçer modalarına hiçbir koşulda yenik düşmeyen, duru, sade bir oyunculuk tekniği, soluk kesen, tempolu performansıyla bıraktığı silinmez izleri, düşünüyorum şimdi. Dünden bugüne, bugünden yarına yadigar kalan. Kalacak olan.
Hayır, bunlar birer rastlantı değil asla! Hele şansla, iltimasla filan ilgisi yok. Karşımızda tartışılmaz bir yetenek, azim dolu bir disiplin anlayışı ve hep o arayış var çünkü. Öğrendiği her yeni şeyde, sinema hakkında aslında ne denli az şey bildiğini düşünüp hüzünlenen, eksiklenen bir Fatma Girik vardı. Hayatı salt sinemaya koşan bir yarış gibi yaşamaktı bu, bahsettiğim. Eğilip bükülmeden. Kalbiyle, kanıyla üstlendiği her rol oyunculuk kariyerini bir başka zirveye taşımıştı, hiç kuşkusuz. Sette her duruşun, her sözcüğün, her harfin, her duygunun değerini verebilmek…virtüöz sanatçı olmak böyle bir şeydi işte. Sinema tutkusunu bitmeyen bir coşku, heyecanla ortaya koyabilmek de.
Yaşar kıldığı her rolde virtüozitesini bir başka doruğa taşıyan uçsuz bucaksız oyunculuk hakimiyeti, edası, tavrı, yorumuyla üst düzeydeki tragedya ve komedi oyunculuğuyla benzersiz sezgi, duyarlılığa dayalı ölçülü, yalın, dengeli, ayrıntılı, varsıl oyunculuğuyla Fatma Girik.
Yeteneğini, oyunculuğunu sürekli olarak aşma çabasındaki Fatma Girik. Sanatında mükemmeli, daima en mükemmeli arayıp sunan Fatma Girik.
Eskimeden klasikleşmiş, tartışılmaz sanat gücüyle milyonları etkilemiş gerçek bir oyuncu. Ve bütün o filmler… Bir hayatı paylaştığımız…
Ayaz kırılmış, kar dinmiş çoktan. Üstünde su damlacıkları ışıldayan yapraklar… Tomurcuklanan bir gözyaşı damlacığı.
Gülsüm Ana elimi avucunun içinde tuttu bir süre. Bir şeyler söyleyecekmiş gibi dudakları kıpırdandı. Soluğumu tutup bekledim. Akşam inmiş, gölgem kaldırıma düşmüştü. Göz kapaklarına gelip yerleşen hüznü fark ettim.
Gülsüm Ana sustu… Beni tanımamış olabilir miydi? Kim bilir, belki de…
24 Ocak 2022 de aramızdan ayrılmıştı Fatma Girik.Değerli hatırasına saygıyla…
Pınar Çekirge / Magazinname.com