Pınar Çekirge “Barış Manço’ya ….”

Pınar Çekirge “Barış Manço’ya ….”

Notaların derinliğinde yaşamı çoğaltıyordu hiç durmadan. Gerçek bir masal kahramanıydı. Omuzlarına dökülen saçları, bıyık ve sakalı, pelerini, kaftanı, çizme, takılarıyla…

 

Gözlerinde hep o el değmemiş heyecan, telaş yanıyor gibiydi. Bir toplumun ortak belleğindeki ‘popüler ikon, kült kimlik’ olarak zamana meydan okudu Barış Manço. Dahası, evrensel anlamda bir yorumcu/ besteci, bir iletişim uzmanı, pedagog, her şeyden önce kendisini yaratmış bir sanat adamıydı. Her ne yaptıysa, iyi yaptı. Estetik dünyalar kurdu müziğiyle sözünü esirgemeden söyledi. Hiç inmedi doruktan, tökezlemedi. Bugün başta kendisi, herkese vereceği hesap son derece net ve açık.

Hayatından devşirdiği olayları, insanları, bizleri notaya döktü cesurca. Eskimeden klasikleşmesini, ününü geçen yüzyıldan şu ana taşımasını, başka nasıl açıklayabilirim ki zaten?

 

Denizin üstüne sis inmişti. Yalnızlık bir duman gibi yayılıyordu. Yıldızsız bir geceydi. Şarkısıyla ürperdim. Sıla, elem kokusu sardı içimi. Gözlerimi yumup düşler kurdum. Yüreğime bir dövme gibi kazınıverdi sözcükler… Artık sadece eşlik edebilirdim: ‘Hatırlarım, bugün gibi sessiz geçen son geceyi / Başın öne eğik, bir suçlu gibi, bana verdiğin hediyeyi / İki küçük kol düğmesi, bütün bir aşk hikayesi / İki düğme, iki ayrı kolda..’

Gece derin ve ıssızdı. Kol düğmelerinin kavuşma zamanıydı. Nereden geldiğini bilemediğim bir geçmişi sürüklediğimi ayrımsadım. Bir ayna tutuyordu şarkısıyla ( “biz gibi iki ayrı yolda..”) ama kördüm, bir şey seçemiyordum. Gözyaşı tanesinin içinde gibiydim.

 

Sahnede. Salondaki izleyiciyle yorumcunun buluşma anı. Sanki bir bedende bütünleşme. Alkışlar. Ödüller. Turneler. Hemen hepsi hit olan Barış Manço imzalı şarkılar. Televizyon programları, plak stüdyoları.

Kanunuyla eşlik ediyor ona. Aradan iki yıl geçiyor, geçmiyor, bir günbatımında “ boynu bükük bir kanun ve kanunun göğsüne yaslanmış mahsun kemençeyi görüyor”uz. Öyle, hiç düşünmezken. Perdeler artık hep çekik.

Hala kızı Zehra, iyi hoş da bir geldi mi, dönmek bilmiyor. Evin tapusuna kadar al da git artık demek, kolay değil tabii..

Eksi kırk derece soğuk suda bile yüzebilir Nazo gelin. Kara sevda, kara sevda dedikleri zaten başka ne olabilir ki ?

 

Yavru ceylan kıvraklığındaydı Nazo gelin, ayağında ince nakışlı gümüş halhal. Siren kayalıklarından kopup geliyordu sesi :

“Unutamadım..unutamadım..” diyordu. Gecikmiş mevsimlerde, filiz süren anılar gibi.

Gereken sadece kendiniz olmak, ayaklarınızın üzerinde durabilmek. Desteksiz, aksamadan..”

Güzel bir öğüt değil mi?

Yosun tutmuş pencere pervazına yaslanıyorum. Eski, paslı tenekelerde sardunyalar. Kareli deftere yıllar önce yazdıklarımı bir kez daha okuyorum, bir şarkı sözü: ” Güle güle oğlum ne kadar da çabuk geçmiş meğer yıllar / Kendi kanatlarınla uçacak kadar büyüdün ha / O kadar oldun mu sen oğlum o kadar büyüdün mü?”

Gökyüzünün koyu lacivert gölgesi düşüyor salona. Üşüyorum. Şimdi yağmur ve B A R I Ş  M A N Ç O zamanı. Ve gidişinin neredeyse 25.senesi…

Değerli hatırasına saygıyla.

Pınar Çekirge /Magazinname.com

Instagram: @pinar_cekirge

Bir yanıt yazın