Önder Açıkalın’ın Dokunaklı Hikayesi

Önder Açıkalın’ın Dokunaklı Hikayesi

1950 yılında Ankara’da doğan Önder Açıkalın, Türk sahne sanatlarına gönül vermiş özel bir oyuncuydu. Tiyatro onun ilk aşkıydı ve bu aşkla 1968 yılında Devlet Opera ve Balesi’nin kadrosuna katıldı. Sahnenin dili, ışığı ve disiplinine aşina oldukça tiyatronun büyüsüne daha fazla kapıldı. Ardından Devlet Tiyatrosu’nda görev yaptı. Genç yaşında devletin sanat kurumlarında sahneye çıkmak büyük bir onurdu onun için. Ancak hayat sahnenin ışıltısını daima sürdürecek kadar cömert değildi. Açıkalın, askerlik görevi nedeniyle Devlet Tiyatrosu’ndan ayrılmak zorunda kaldı. Dönüşü onu devlet sahnelerinden özel tiyatroların belirsiz dünyasına sürükledi. Bu yıllar boyunca pek çok özel tiyatroda, turnede, sokakta ve sahnede hayatını kazanmaya çalıştı. Yetenekliydi, ancak dönem koşulları ve Türkiye’de tiyatronun sınırlı kitlesi onu büyük topluluklara tanıtamıyordu. Ta ki bir reklam filmi hayatının yönünü değiştirene kadar.

Bir Reklamla Gelen Şöhret ve Sonrası

1995 yılının Kasım ayında Önder Açıkalın’ın hayatı beklenmedik bir şekilde değişti. Yapı Kredi Bankası’nın reklam kampanyasında rakip bankanın kıskanç müdürü karakterini canlandırdı. “Teessüf ederim” repliği kısa sürede bir slogana, daha da önemlisi bir fenomene dönüştü. Milyonlar onu artık bu iki kelimeyle tanıyordu. “Teessüf ederim” Yapı Kredi Telekartları’nın yıldızı olmuştu. 90’lı yılların televizyon dünyasında bir reklam yıldızının bu kadar geniş kitlelere hitap etmesi enderdi. Fakat Açıkalın’ın oyunculuğu ve mizahi tiplemesi halkla büyük bir karşılık bulmuştu. Bu başarı televizyon kanallarının da dikkatini çekti. Reklamın getirdiği ani şöhret ona televizyonun kapılarını sonuna kadar açtı. Bir reklam filmiyle parlayan yıldızı kısa sürede ülke çapında tanınan bir isme dönüştü. Ancak bu yükselişin ardında gizlenen trajedi henüz kendini göstermemişti.

“Ya bir müşteri görecek olsa ne diyeceksiniz? Onlar daha iyi hizmet veriyorlar mı diyeceksiniz? Onlarda sigorta var bizde yok mu diyeceksiniz? Onların fatura ödeme sistemi daha iyi mi diyeceksiniz? Hizmetleri daha avantajlı, daha geniş imkanlar sunuyorlar mı diyeceksiniz? Teessüf ederim. Teessüf ederim.”
“Affedersiniz.”

Reklamın ardından Önder Açıkalın, Show TV’de yayınlanan Ana Kuzusu adlı dizide Lütfü karakteriyle izleyiciyle buluştu. Bu rol onun oyunculuk kariyerinde önemli bir kilometre taşı oldu. Dizideki karakteri, 40’lı yaşlarında utangaç, içine kapanık, annesinin gölgesinde kalmış ama içinde sevgi barındıran bir adamdı. Dizi 1996-97 yıllarında yayınlandı. Lütfü’nün annesi rolündeki Ayşen Gruda ve Selma rolünü canlandıran Perihan Savaş’la muhteşem bir yapı kuruldu. Açıkalın’ın canlandırdığı Lütfü karakteri, Türkiye’nin birçok ailesinde karşılığı olan bir figürdü: Ailesi nedeniyle evlenemeyen, işinde gücünde ama iç dünyasında kırgın bir adam. Bu diziyle birlikte halkın gözünde daha da sevimli bir figüre dönüşen Açıkalın, artık samimi ve bizden biri olarak görülüyordu. Ancak ekranın gülümseyen yüzü sahne arkasında saklanan büyük bir yalnızlığın perdesiydi.

Ana Kuzusu dizisinin 20. bölümünden sonra düzenlenen bir moral gecesinde belinden sakatlanmış olan Açıkalın, neşesinden hiçbir şey kaybetmemişti. O gece arkadaşlarıyla birlikte fasıl yaptı, şarkılara eşlik etti. Ama gülümsemesinin ardında bir acı vardı. Dizi çekimleri sırasında Perihan Savaş’ın arkasından koşarken belini ciddi şekilde sakatlamıştı. Siyatik siniri omuriliğine sıkışmıştı. İş kazası onun bedensel sağlığını etkilemişti ama ruhundaki yaralar daha da derindi.

Zirveden Düşüş ve Yalnızlık

Ağustos 1999’da Önder Açıkalın, haftalık magazin gazetesi Hafta Sonu’nda Yüksel Şengül’ün hazırladığı Dobra Dobra köşesine konuk oldu. Röportaj, sanat dünyasının ışıklarla dolu vitrinin arkasındaki karanlığı gözler önüne serdi. Önder Açıkalın, zirveye çıkışını ve kendisini intiharın eşiğine kadar getiren düşüşünü tüm ayrıntılarıyla anlattı. Yaşadıklarını Ağustos Böceği hikayesine benzeten Açıkalın, bu röportajı 2 buçuk aydır kendisine yardım eden tek kişi olan Serpil Çakmaklı’nın evinde yaptı. Çakmaklı’nın çok yakın dostu olmamasına rağmen, saf biri olarak gördüğü için sahip çıktığı Açıkalın, “Başıma ne geldiyse iyi niyetimden geldi” dedi. Gece hayatına hep düşkün olduğunu ama tanındıktan sonra paranın kokusunu alan herkesin bir anda çevresine üşüştüğünü belirten Açıkalın, özellikle kadınlardan çok çektiğini vurguladı: “Beni ablukaya aldılar. Sonunda da işgal ettiler. Nasıl direneceksiniz? Mümkün mü? Azdırdılar beni. Azmak konusunda meyilim de varmış. Ortam da müsait olunca olanlar oldu. Üç tane banka reklamı yaptım. Dolarlarım bankadaydı. Faizler de geliyordu. Sonra ben dul adamım. Evde dört duvar arasında mı oturacaksın? Erkek adamım. Tabii ki gezip dolaşacağım. Eskiden pek görüşmediğim kişiler birden çevremi sarıverdi.” demişti.

Kadınların kendisini tehditle sekse zorladığını anlatan Açıkalın, “Bir kadın geliyor, ‘Benimle yatar mısın?’ diyor. Ne diyeceksin? Yatmazsan senin homoseksüel olduğunu açıklayacağını söylüyor. Çoğu kez tehdit altında seks yaptığımı bilirim.” açıklamasını yaptı. Çok fazla para harcadığını da söyleyen Açıkalın, şimdi hiç parası olmadığını da vurguluyor: “Maalesef iki yıl içinde sıfırı tükettim. Serpil Çakmaklı olmasaydı canıma kıyacağımı söyleyen Açıkalın, ‘Kimse yardımcı olmadı. Ailem bile yardım etmedi. Serpil benim canıma kıyacağımı hissetti. Sanatçı sezgileri demek ki. Canımı ona borçluyum. Yoksa kendimi öldürecektim.’ Bunalımdaydım. Hala da bunalım.” dedi. Oynadığı reklam filmlerinden alacakları olduğunu belirten Açıkalın, bu paraların kendisi için çok önemli olduğunu belirtti. Bir gazoz reklamına da çıktığını belirterek alacağı parayı hayat memat meselesi olarak değerlendirdi. 3 aydır mahkemelik olduğu eşinden boşanacak olan Açıkalın, yeni şöhret olanlara “Kazandıklarını har vurup harman savurmasınlar, kadınlara dikkat etsinler ve yatırım yapsınlar. Yoksa sonları benim gibi olur.” mesajını yolladı.

“Çabuk ol anasının kuzusu! Lütfü neredesin?”
“Tamam anne, geldim işte.”
“Gel benim paşam, gel benim aslanım. Bak anne sana ne güzel mama hazırlamış. Gel gel.”

Açıkalın, Elif Güneş’le yaptığı evliliği hata olarak görüyor. Evlenmeden önce sekiz kez nişanlanan Önder Açıkalın, bu nişanlanmalarının nedenini bunalımda olması şeklinde açıkladı. Türkücü Elif Güneş’le olan evliliğini ise şöyle yorumladı: “Bu evliliğe 4 buçuk milyar harcadım. Son paralarım onlardı. Ben evlenmekle sonumu hazırlamışım. Çok geç anladım. Bana uğursuzluk getirdi Elif. Sonra iki çocuğu vardı. Sorun oldu.” Açıkalın, onun gece hayatında çalışmasını istemediğini söyledi. Aralarındaki aşkın 7 ayda bittiğini vurgulayan Açıkalın, “Bütün suç Elif’indir. Kamyoncuların gittiği müzikhollerde çalışıyordu.” açıklamasını yaptı. Parasız ve dostsuz kaldığı bir dönemde onu evine alan Serpil Çakmaklı ise Önder Açıkalın’ın açıklamalarına karşı çıkarak, “Önder niye doğruyu konuşmuyorsun? Elif’in suçu yok ki. Sen evliydin ve iki aylık karını bırakıp Ahu Tuğba’nın yanında dolaştın.” dedi.

“Zahmet oldu Lütfü’cüğüm.”
“Zahmet falan değil de otobüsü kaçıracağım. Onun için şeydim.”
“Aman boş ver otobüsü, çayı yeni demledim.”
“Olmaz, annem kızar. Annem kızmaz dedi. Sen kaldım. Gitmem lazım. Bizim şef çok nalet.”
“Aman boş ver şefini. Gel hadi gel.”
“Baba bayılıyorum.”
“Ne bayılıyorsun tabii.”
“Ama anan olacak o cadalozdan korkuyorsun değil mi?”
“Ben çok en çok şey korkuyorum. Geçmiş.”

Son Perde: Yalnız Bir Veda

Reklamların aranan yüzü, televizyon dizilerinin sevilen karakteri Önder Açıkalın, bağırsak kanseriyle savaşırken yalnızlıkta da savaşıyordu. Sağlığı giderek kötüleştiğinde onun için moral gecesi düzenlendi. Ama o gece sadece hastalığın değil, toplumun da onu terk ettiğini belgeleyen bir gece oldu. Ukala Meyhanesi’nde düzenlenen bu gece aslında bir veda gecesiydi. Serpil Çakmaklı’nın öncülüğünde organize edilen etkinlik, sanat camiasının ne denli yüzeysel olabileceğini gösterdi. Gecede Nuri Sesigüzel, Ünal Küpeli, Stelyo Pipis, Yıldız Tilbe, Hazal ve Ebru Pala dışında neredeyse kimse yoktu. Halkın ve ekranların “teessüf ederim” diyen adamı artık sadece birkaç dostun hatırladığı bir yalnızlığa gömülmüştü.

En büyük vefasızlığı belki de yıllarca birlikte çalıştığı sanat camiasından gördü. Kimse arayıp sormadı. Kimse onun bir köşede sessizce çürüdüğünü görmek istemedi. Tek bir kişi hariç: Serpil Çakmaklı son güne kadar yanında oldu. O sadece bir dost değil, aynı zamanda onun hayata tutunmasını sağlayan tek eldi.

2000 yılının Kasım ayında ölüm sessizce geldi. Önder Açıkalın, uzun süredir mücadele ettiği bağırsak kanserine yenik düştü. Memleketi saydığı Denizli’nin Kayhan beldesinde ona verilen küçük bir dairede son günlerini geçirmişti. Orada huzur bulmuş, orada gömülmek istemişti. Vasiyeti üzerine Denizli Ulu Cami’de kılınan öğle namazının ardından Asri Mezarlık’ta toprağa verildi. Ancak cenaze töreni sanatçının hayatı gibi acı bir gerçeği yüzüne çarptı. Kendi ailesinden kimse cenazesine katılmamıştı. Ne kardeş, ne yeğen, ne eş. Sanat dünyası da yoktu. Birkaç belediye yetkilisi, Denizli Valisi Yusuf Ziya Göksu, Belediye Başkanı Ali Aygören ve onu gönülden seven halk vardı. Serpil Çakmaklı yine baş ucundaydı. Tabutunun başından bir an olsun ayrılmadı. Acısını saklamadı. Hem dostunu hem de bu ülkede bir sanatçının nasıl yalnız bırakıldığını gördü.

Efe Meşrubat firmasının sahibi Denizlili iş insanı Ali Çankal, reklamda birlikte çalıştığı Açıkalın için “Bir dostu kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyorum. Onu uzun yıllar Denizli’de görmeyi ummuştuk.” dedi. Cenazeye sadece insanlar değil, hatıralar da gelmedi. Koca bir hayat bir mezar taşıyla son buldu. Ve o taşın altında koca bir kırgınlık yattı. Önder Açıkalın’ın hayatı Türk sanat camiasında acı bir örnek olarak kaldı. Çok hızlı büyümüş ancak bir o kadar da hızla yok olmuştu. Önder Açıkalın’ın yaşamı sadece şöhretin değil, sistemin dışladığı her sanatçının hikayesiydi. Onun “teessüf ederim” repliği aslında kendisine yapılanı özetleyen bir ağıt gibiydi. Bu sözü halk için söylemişti belki. Ama yaşamının sonuna doğru fark etti ki aslında bu sözü kendisini ölmeden ölüme terk edenlere söylemişti. Bir sanatçının yoksulluğa, yalnızlığa ve hastalığa itilmesi ne kadar acıysa, o sanatçının baş ucunda tek bir dostla göçüp gitmesi bir o kadar acıydı. O ağustos böceği olduğunu söylerdi. Gerçekten de öyleydi. Yazın en çok o konuşuldu, kış geldiğinde ise unutuldu. Ne bir sanat kurumu sahip çıktı ne bir dostlar ordusu. Ama sahici olan şuydu: Önder Açıkalın bu ülkenin her evine konuk oldu. Kahkahalar attırdı, hüzünlendirdi ve sonra sessizce çekilip gitti. O hiçbir zaman yalandan sevgi istemedi. Ne alkışın gürültüsüne ne de göz önünde olmaya tapmadı. Ama sahici bir dostluk, samimi bir destek bekledi. Onu parlatanlar en zor günlerinde gözlerini kaçırdı. Onu alkışlayanlar hasta yatağında bir selam dahi vermedi ve en çok da buna teessüf etti. Bir daha “teessüf ederim” dendiğinde sadece o repliği değil, ardındaki hayatı da hatırlayın. Çünkü bazen bir cümle bir insanın bütün hayatının özeti gibidir. Teessüf ederim. Teessüf ederim.

Bir yanıt yazın