Metin Kaçan: Bir Yazarın Yükselişi ve Düşüşü.

Metin Kaçan: Bir Yazarın Yükselişi ve Düşüşü.

Metin Kaçan… Önemli bir yazardı ama ismi bir tecavüz olayına karışınca tüm hayatı tepetaklak oldu. Yıllarca cezaevinde yattı, hapisten çıktıktan sonra ise kendisini Boğaz Köprüsü’nden aşağı bıraktı. Meg Story ailesi olarak bugün Metin Kaçan’ın hikayesini sizlere anlatacağız.

Metin Kaçan, 15 Kasım 1961’de İncesu’da dünyaya geldi. Babası Ali Bey berberlik yaparak ailesinin geçimini sağlayan bir esnaf, annesi Solmaz Hanım ise bir ev hanımıydı. Kaçan ailesinin ortanca oğluydu Metin. Abisi oyuncu ve karikatürist Hasan Kaçan, küçük kardeşi ise yine oyuncu Fatih Kaçan’dı. Metin, ailenin sevimli, afacan ve yaramaz çocuğuydu. Ailesi o daha 6 aylıkken İstanbul’a geldi. Kasımpaşa Lisesi 2. sınıfta okulu terk etti. 16’sında ismi Beyaz Eldiven olan bir çete kurdu.

O dönemde yapmadığı iş yoktu; otomobil tamirciliği, marangozluk, musluk tamirciliği, barmenlik… Ama en çok gözlemcilik ve anlatıcılık konusunda çok iyiydi. Gündüz yaşadıklarını akşam arkadaşlarına anlatırken yeniden kurgulardı. Kolera Sokağı’nın keşleriyle, kumarbazlarıyla röportajlar yapıp bunları kaydetmeye başladı. Yazmaya başlamasını ise şöyle anlatıyordu: “Anladım ki oradaki insanlar çok coşkulu ama müthiş de bir yalan söyleniyor. İşte bu coşku, şiddet ve yalan bana yazma dürtüsü verdi.”

İlerleyen zamanlarda mizah dergilerinde yazılar yazmaya başladı. İlk makalesi 1985 yılında Gırgır dergisinde yayımlandı. Kısa öykülerle edebiyat dünyasına Jacques Laban ve Andante takma isimleriyle yazılar yazdı.

Ağır Roman ve Sinema Başarısı

Daha sonra Ağır Roman piyasaya çıktı ve bu kitap senaryo haline getirilerek filmi çekildi. Çoğu kimsenin yabancı olduğu bir dünyayı olanca gerçekliğiyle okurun suratına çarpan ilk kitabı “Ağır Roman”, kendine özgü dili ve o dünyanın tam göbeğinden gelen sıra dışı yazarıyla 1990 yılında bomba gibi düştü.

1996 yılında Mustafa Altıoklar yönetmenliğinde sinemaya uyarlanan Ağır Roman, Okan Bayülgen, Müjde Ar, Mustafa Uğurlu ve Savaş Dinçel gibi başarılı oyuncuları da kadrosunda barındırdı. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Sanat Yönetmeni, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dallarında pek çok ödüle layık görüldü. Ağır Roman, 2003 yılında Fransızcaya çevrilerek bu ülkede de yayımlandı.

Ardından sokak çocuklarının yaşamının anlatıldığı İstedikleri Yere Gidenler isimli kitabını Kemal Aratan’la birlikte hazırladı. Sonrasında Fındık 8, Harman Kaplan, Adalara Vapur gibi kitapları kaleme aldı. Başarılarıyla adından söz ettiren bir yazardı. Hayatı gayet yolundaydı ta ki o karanlık güne kadar…

Karanlık Gün: Tecavüz İddiaları ve Hapis Hayatı

1995 yılının Ocak ayı sonlarında gazetelerin birinci sayfasında yüzü gözü şiş, vücudu ezikler ve morluklar içinde olan bir kadın fotoğrafı yer alıyordu. Bu kadın, eski sevgilisi Metin Kaçan’la onun arkadaşı Alp Buğdaycı’nın tecavüzüne uğradığını, şiddet gördüğünü ve hastanede tedavi altına alındığını anlatıyordu. Metin Kaçan yıllar sonra Hürriyet’ten Ayşe Arman’a şöyle söyleyecekti: “Flu bir geceydi, hiçbir şeyi net olarak hatırlamıyorum.”

Söz konusu iddialar sonrası Metin Kaçan ve Alp Buğdaycı hapse girdi. Kaçan’ın hapiste de başı beladan kurtulmuyordu, defalarca şişlenmekten ölümden dönmüştü. Bu durumla ilgili Ayşe Arman’a verdiği röportajda şunları aktarmıştı:

“Cezaevi derseniz, kapkaççısından hırsızına kadar herkes ahlakçı olmuş. Duvarlara, demirlere vuruyorlar, ‘Bırakın, öldüreceğiz bunları!’ diyorlar. İçeride 11 kişi tarafından şişlendim. Hastaneye götürdüklerinde neredeyse ölüydüm. ‘Kurtulamaz.’ demişler. Ameliyattan sonra kendime geldiğimde gördüm ki yatağa zincirle bağlıyım. Yanımda iki jandarma… ‘Şişlendi, ölsün bu adi!’ gibi davranmışlar. Allah’tan araya birileri girmiş.”

8 ay tutukluluğun ardından kefaletle serbest kalan ikili, kararın bozulmasıyla tekrar cezaevine döndü. Dönmeden önce Ayşe Arman’a verdiği röportajda o gün olanları şöyle aktarmıştı:

“Alp ve ben Taksim’deki barları gezmeye çıkmıştık. Kemancı’da Güneş’i gördüm. Gecenin ilerleyen saatlerinde Alp’in evine gittik. Yanımızda iki kız daha vardı. Onlar gitti, biz üçümüz kaldık. Güneş çok sarhoş olup Alp’in yatağına yattı. ‘Evi bir sokak aşağıda, evine git.’ diyorum çünkü Alp orada kalmasını istemiyor. Zorla giydirdim Güneş’i ama durmadan hakaret ediyor. Ben de geri kalmıyorum ama iki salon tokadı, birkaç tekme ve birbirimizi tükürmenin dışında başka bir şey olmadı. Tecavüz, mecavüz asla! Sonunda gitti, ben de bağırdım arkasından, ‘Anca gidersin! Hadi defol! Bir daha da gelme!’ diye. Hepsi buydu. Sabah Güneş’in abisi Oktay, Sadrettin, eski sahiplerinden Mehmet ve arkadaşları Alper’le beni bir BMW’ye bindirip silah çekerek ‘Siz bu kızı nasıl bu hâle getirdiniz?’ diye Kadıköy’e götürdüler. Bir yandan silahın kabzasıyla vuruyor, bir yandan ‘Yaşatmayacağız, geberteceğiz.’ diyorlardı. Tutuklandık, bizi Beyoğlu polisine teslim ettiler. Ben Güneş’in o feci halinin fotoğraflarını cezaevine girince gördüm tabii, inanamadım. Bu kız evden çıkarken bu hâlde değildi. Nedense o gece olanları herkes kendine göre anlatıyor. Güneş’e işkence yapmış olsaydık bu kız bağırmaz mıydı? Bütün apartmanı inletmez miydi? O kadar gürültüye bütün mahallenin sokağa dökülmesi gerekmez miydi? Bir kere tecavüz filan yok. Burası hep atlanıyor. Doktor raporu var, ‘Tecavüz bulgusuna rastlanmadı.’ diye yazıyor. Ben nereden bileyim ne oldu, nasıl oldu? Bir komploya kurban gittiğimizi düşünüyorum.”

Metin Kaçan olaylardan sonra yeniden hapse girdi ama artık o eski Metin değildi. Çıktıktan sonra hayatına devam etmeye çalıştı ama eski hâline dönmesi pek mümkün değildi. Yazılar yazdı, çalışmaya gayret etti.

Son Durak: Boğazın Derin Sularında

Metin Kaçan, 6 Ocak 2013’te bindiği taksiyi durdurduktan sonra kendisini Boğaz’ın derin sularına bırakarak canına kıydı. İddiaya göre Çengelköy Polis Merkezi’ne giden bir taksi sürücüsü, yolcusunun köprüden atladığını söyledi. Bu durum gazetelerde şöyle anlatılmıştı:

“Çengelköy Polis Merkezi’ne gelen taksi şoförü, binen kişinin ‘Ben yazar Metin Kaçan’ım.’ dediğini söyledi. Üsküdar’da evi varmış, oraya gideceğini söyledi. Köprüye girdikten sonra fotoğraf çekeceğini söyleyerek yavaşlamamızı istedi. Köprünün ortasına gelince ‘Dur.’ dedi. Camı açtı ve dışarı attı kendini.”

Hasan Kaçan’dan gelen bilgiler doğrultusunda, polis olay yerinde inceleme başlattı. Hasan Kaçan yanında kardeşine ait fotoğraflar getirdi. Taksi sürücüsü fotoğraflara bakarak onun Metin Kaçan olduğunu teşhis etti. Bunun üzerine konuyla ilgili çalışma başlatıldı. Yapılan aramada Metin Kaçan’a ait olduğu iddia edilen çanta bulundu. Çantada Kaçan’a ait kimlik vardı. Deniz polisi de Boğaz’da arama yaptı ancak tüm aramalara rağmen Kaçan’ın izine rastlanmadı.

Sosyal paylaşım sitelerinde Metin Kaçan’ın canına kıydığı haberleri yayıldı. Kaçan’ın öldüğüne dair sosyal medyada çıkan söylenti, ailesi ve arkadaşlarını tedirgin etti. Akşam saatlerinde ağabeyi, karikatürist Hasan Kaçan, Twitter hesabından paylaştığı mesajla konuya açıklık getirdi. Hasan Kaçan mesajında şu ifadelere yer verdi:

“Metin Kaçan’la ilgili bilgiler maalesef doğrudur. Aile olarak ‘Bir umuttur.’ diyerek paylaşmadık. Acımızı paylaşan herkese teşekkür ederiz.”

Cenazesi ölümünden 16 gün sonra Beylikdüzü sahilinde bulundu. Cansız bedeni kılınan cenaze namazının ardından Edirnekapı Mezarlığı’nda bulunan aile kabristanına defnedildi.

Tartışmalar ve Mirası

Metin Kaçan’ın ölümünden sonra çeşitli iddialar ortaya atıldı. Aşk acısı çektiği söyleniyordu. Üstelik bu oldukça karmaşık bir ilişkiydi; zira âşık olduğu kadının evli olduğu ancak bunu Metin Kaçan’dan gizlediği söyleniyordu. Hasan Kaçan, Metin Kaçan’ın bedeninin bulunmasından hemen önce ilk kez A Haber’de Selin Ongun’un sunduğu Bir Sormak Lazım’da açıklamalar yapmıştı. Metin Kaçan’ın aşk acısıyla canına kıydığına inanmadığını belirten ağabeyi programda şunları söylemişti:

“O 1995’te öldürüldü. Hayatımızdan kasten kaldırıldı. Buna sebep olduğum için üzgünüm. Bir dönem yaşadığım gönül değişimi birçok insanın tepkisini çekti. Bizim aileden birinin ayağa takılıp düştüğünde tüm sırtlanlar üzerine geldi. 1995’teki olayı dönemin konjonktüründe ayırt edemezsiniz. 28 Şubat’tan payını sadece gazeteciler ve siyasiler değil, sanatçılar da aldı. Metin Kaçan 1995’e kadar son derece neşeli, ortamda espri kaynağı olan, peşinden insanları sürükleyen biriydi. Kardeşimin altından kalkamayacağı bir şey olduğunu sanmıyorum. İtikadı olan, inançlı bir insandı. İntiharın karşılığını bilen, çekinen biriydi. Onun omzuna bir damga yapıştı. İşlemediği bir suçtan iftirayla hapiste yattı. Vücuduna medyanın yönlendirmesiyle 11 şiş aldı. Bu olaya neden olanlar vicdan azabı çekecekler. Hapse atılmasına, ‘tecavüzcü’ damgasını yemesine sebep olanlar elbette cezasını çekecek, yanlarına kâr kalmayacak. Kardeşim ölene kadar bu yafta üzerinde kalacak. ‘Ölüyüm de kurtulayım.’ demiş olabilir. Kardeşimle çok daha yakın olmayı ıskalamış olabilirim ama hayatın zorlukları işte. Keşke biraz daha ilgileneydim. İşlememiş olduğu bir suç sürekli karşısına çıkıp onu yıldırmış olabilir. Zaten hapishaneden çıktıktan sonra Metin o Metin değildi.”

Kardeşinin naaşının ortaya çıkmasından sonra sosyal medyadan korkunç yorumlar yapıldığını belirten Hasan Kaçan sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu dünyadan ayrılan bir insan Rabbi’yle baş başa kalmıştır. Romancılığından çok 1995’teki olayla anılmasına çok üzülüyorum çünkü hep ‘mış’, ‘miş’li ifadeler var. Bu konuya duyarlı olan Beyoğlu Birinci Ağır Ceza’dan dava dosyasını alıp baksın. Adalet duygusu olan bir hukukçuya okutsak… Eskiden olduğu gibi yine sırtının arkasından linç kampanyası yapılıyor. Öfkeleniyorum. Linç kültürü bizim öz kültürümüzde olan bir şey değil, sonradan genlerimize işlenmiş bir kültür.”

1995’te yaşananlar ülke gündemine damga vurmuştu. Herkes bu konuyla ilgili bir şeyler söylemişti. Kimileri onların suçsuz olduğuna inanmış, kimileri ise ölümünü istemişti. Üzerinden neredeyse 30 yıl geçti ve olay hâlâ tazeliğini korumakta.

Metin Kaçan’ın hayatı, edebiyatındaki derinliği ve yaşadığı trajik olaylarla Türk edebiyat ve toplum tarihinde iz bırakmıştır. Onun öyküsü, medyanın etkisi, toplumsal yargılar ve kişisel dramların iç içe geçtiği karmaşık bir portre sunar.

Sizce bir yazarın kişisel hayatındaki olaylar, sanatsal üretimine ve toplumsal algısına ne kadar etki eder?

Bir yanıt yazın