Kübra Karahanoğlu’ndan “İletişim, Önyargılar ve Ötesi

Kübra Karahanoğlu’ndan “İletişim, Önyargılar ve Ötesi

İnsanların kişisel görüşleri, tercihleri, yaşam tarzları, inançları ve diğer birçok özelliği nedeniyle önyargılara maruz kaldığı yadsınamaz bir gerçek. İnsan var oldukça var olan önyargılar, iletişim süreçlerini doğrudan etkiliyor, kişiler arası ilişkileri sekteye uğratıyor. Psikolojik Danışman Kübra Karahanoğlu, sadece kişiler arası ilişkilerde değil hayatın her alanında maruz kaldığımız ya da sahip olduğumuz önyargılar üzerine farkındalık yaratmak için uzun yıllardır çalışıyor.

Karahanoğlu, İstanbul Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü mezunu, birçok eğitim kurumunda farklı kademelerde çalışan, 2012 yılından itibaren birçok proje çalışması yürüten, uluslararası projelerde proje lideri olarak görev alan bir psikolojik danışman. Aynı zamanda Fotoğrafçılık ve Kameramanlık mezunu olan Karahanoğlu, alanı dışında da birçok çalışmaya imza atarak iki kişisel fotoğraf sergisi açtı, fotoğrafları farklı şehirlerde birçok karma sergide yer aldı. İşletme alanında tamamladığı yüksek lisansı sonrası medyaya da yönelerek “İyi Şeyler Konuşalım” adlı programı hazırlayıp sunmaya başladı. Bir yandan programına devam ederken bir yandan da iletişim ve önyargılar üzerine çalışmalarını sürdürüyor.

ÖDÜLLÜ ULUSLARARASI PROJEDEN KİTABA: ÖNYARGINIZ SON YARGINIZ OLMASIN

Bu sürecin ilk adımı 2016 yılında çalıştığım kurumdaki bir grup öğrencimle yürüttüğümüz Stigma adlı proje ile atıldı. İnsanların birbirlerine önyargılı olmalarının, birbirlerini etiketlemelerinin bireyler ya da gruplar üzerinde olumsuz etkiler bıraktığının farkında olunmasını sağlamak amacıyla başlattığımız proje, zamanla okul sınırlarını aşarak birçok kişiye ulaştı. O dönem Uluslararası Bilişimci Martılar Projesi kapsamında hayata geçirdiğimiz projemiz, aynı yıl Uluslararası En İyi 2. Lise Projesi Ödülünü aldı. Hindistan’da farklı ülkelerden öğrenci ve öğretmenlerden oluşan 5 bin kişilik katılımcı grubu ile paylaşıldı, ulusa konferanslarda birçok eğitimciye ulaştı.
Özellikle ergenlik döneminde sıklıkla görülen ve bu konuda farkındalık sahibi olunmadığında yetişkinlikte de sürdürülen önyargıların, etiketlemenin ve ötekileştirmenin birey üzerindeki olumsuz etkilerini gözlemledikçe sadece öğrencilere değil öğretmenlerle de ulaşma ihtiyacı duydum. Görev yaptığım bir sonraki kurumla birlikte 1012 öğrenciye ve öğretmen eğitimlerinde salgın sürecine kadar 263 öğretmene ulaştım.
Yaptıkça daha çok insana ulaşma ihtiyacı duyduğum bu çalışmayla bireysel ve toplumsal ilişkilerde önyargıların, sağlıklı iletişim süreçleri yürütülmesinin önünde önemli bir engel olduğunu ve önyargılara maruz kalan bireylerin nasıl olumsuz etkiler altında kaldığını anlatabilmek amacıyla ilk kitabım Önyargınız Sonyargınız Olmasın’ı yazdım.

ÖNYARGININ YAŞI YOK

Öğretmen eğitimlerimde bir katılımcı, “Şimdi siz bunları anlatınca insanlar önyargılarından kurtulacak mı?” şeklinde bir soru yöneltmişti. Elbette ki bu süreçte amacım bu değildi. Bu çalışmadaki amacım önyargıları ortadan kaldırmak değil; hepimizin önyargılı olabildiğini, bu önyargıların diğer insanlar üzerinde olumsuz etkiler bıraktığını ve önyargılarımızı yönetebileceğimizi anlatmak oldu. Çünkü önyargılara her yaştan insan maruz kalabildiği gibi yine her yaştan insan farkında olarak ya da olmayarak önyargılı olabiliyor. Yani bunun bir yaşı yok. Bunda birçok etken söz konusu. Ben Önyargınız Sonyargınız Olmasın’da bu etkenleri dört farklı başlık altında açıklamaya çalıştım.
Önyargı, günlük yaşamda bildiğimizden çok daha derin bir konu aslında. Bugün tanımlanmış iki yüzden fazla önyargı çeşidi var ve bunlar biz farkında olmadan hayatımızın içinde yer alıyor. Örneğin; sürekli kaybeden bir bahisçinin bu sefer olacağına inanması, bir sınavda art arda beş şıkkı A olarak işaretlediğinizde bir sonrakinin de A olmayacağını düşünmeniz bu önyargılardan sadece ikisi. Elbette bu önyargıların hepsi hayatımızı zorlaştırarak ilişkilerimizi bozacak düzeyde olmuyor. Ancak kişiler arası ilişkiler söz konusu olduğunda önyargıların varlığı ciddi iletişim kazalarına ve kayıplara yol açabiliyor.

“OO, ÖNYARGI! ALIRIM Bİ DAL.”

Az önce de belirttiğim gibi önyargının birçok önyargı çeşidi mevcut ancak bunların her biri hayatımızı aktif olarak etkilemiyor. İlk kitabım sonrası kararlarımızı ve hayatımızı aktif biçimde etkileyen teyit önyargısı üzerine yazmaya karar verdim.
Her birimiz hayatımızın her alanında küçük ya da büyük birçok karar veriyoruz ve bu kararlar her zaman kendimizle ilgili olmayabiliyor.
Hepimiz kendi düşüncelerimizi, görüşlerimizi, inanç ve değerlerimizi destekleyen bilgileri arıyoruz, buluyoruz ve onlara dayanıyoruz. Bunu en çok takip ettiğimiz yayınlarda görmemiz mümkün. Örneğin; çoğumuz görüşlerimizi destekleyen haber kanallarını ve yayın organlarını takip etmeyi tercih edebiliyoruz. Teyit önyargısı, tam bunu tanımlıyor. Mevcut inançlarımızla ve görüşlerimizle tutarlı bilgileri arıyor ve yorumluyoruz. İlk bakışta bunda bir sorun yok gibi görünse de, eğer günlük yaşamımızı bunun üzerine kurgularsak bizden farklı olan görüşlerin varlığını kabul etme şansımız azalıyor, hatta bazen hiç olmuyor. Bu da uzun vadede ciddi tehlikelere yol açabiliyor.
Teyit önyargısı, karşıtı olduğumuz bilgilerin kabulünü zorlaştırıyor. Elbette bunu kasıtlı olarak yapmıyoruz. Ancak bu durum karar verme süreçlerimizde de etkili. Çünkü inandığımız şeyin doğru olduğunu savunuyor, bunun dışındakilerle pek ilgilenmiyoruz. Hatta bu şeyler inandığımızla ilgili olsa dahi.
Teyit önyargısına sahip olduğumuzda sunulan bilgiyi çoğu zaman mantık dışı biçimde yorumlamamız söz konusu oluyor. Çünkü sahip olduğumuz bilgiyi kendi düşüncelerimizi ve varsayımlarımızı doğrulamak için kullanıyoruz. Hatta bunu fark etsek dahi bundan vazgeçmemiz kolay olmuyor. Çünkü mevcut önyargımızı korumak bizi hissettiriyor.

ÖNYARGILARIMIZI YÖNETEBİLMEK

Sağlıklı iletişim süreçleri yürütebilmek için önyargılarımızı yönetebilmenin gerekiyor. İşe kendimize sorular sorarak başlamak durumundayız. Bunu yapabilmek için de önyargının ne olduğunun ve hayatımızda nasıl yer aldığının farkında olmamız gerekiyor. Mevcut önyargılarımızı ve maruz kaldıklarımızı nasıl yönetebileceğimizi bize ancak bu farkındalık gösterebilir. Kitabımda da belirttiğim gibi bunun için kendimize şu soruları sorabilmek gerekiyor: “İnandığım bir konuyu tartışırken savunmaya mı geçiyorum yoksa karşımdakini dinleyip ne dediğini anlamaya çalışıyor muyum?”, “Başkalarının benim gibi düşünmüyor olabileceğini kabul edebiliyor muyum?”, “Düşündüğümün aksini gösteren kanıtlara denk gelsem de ısrarla düşüncemi savunmaya devam ediyor muyum?”
Bu soruları artırmak mümkün. Bu sorulara verdiğimiz cevaplar önemli. Öncelikle kendimize dürüst olmak zorundayız. Varsayımlarla hareket etmek bizi yanlış kararlara götürür. Sırf biz öyle düşünmüyoruz diye bir düşüncenin yanlış olduğunu iddia edemeyiz. “Ben bunun doğru olduğunu düşünmüyorum.” Diyebiliriz ancak “Bu yanlış!” diyebilmemiz için geçerli argümanlara sahip olmamız gerekir. Sahip değilsek doğrusunun ne olduğunu ve ona nasıl ulaşabileceğimizi kendimize sormak zorundayız.
Kitabın özetinde de sorduğum gibi: “Teyit önyargısı, bilgiyi nasıl topladığımızı belirler. Bilginin bizim için hayati önem taşıması da zihnimizde ona ayıracağımız yeri belirler. Bizim için önemsiz olan bilgi, yok hükmünde olabilir. Peki, ya bu bilgi diğerleri için önemliyse ve o diğerlerinin içinde sevdiklerimiz de varsa?”

VE SERİNİN SON KİTABI

Önyargılar üzerine yazacak çok şey var aslında. Mümkün olduğunca çok insana ulaşabilme hedefiyle çıktığım bu yolda konuyla ilgili son kitabımı yine bakış açılarımızı ve kararlarımızı önemli ölçüde etkileyen “güdülenmiş muhakeme” üzerine kaleme aldım.
Hepimiz mevcut bilgilerimizin doğru olduğuna inanma eğilimi gösteririz.
Doğru olduğunu düşündüğümüz bilgileri işleme şeklimiz de bir muhakeme sürecinden geçer. Burada önceliğimiz, doğru ve adil olana değil önceden belirlenmiş olan ve bizim doğru kabul ettiklerimize ulaşmaktır. Bunun teyit önyargısından farkı şudur: Teyit önyargısında düşünce ve inançlarımızı destekleyen bilgileri arayıp bularak onları referans alırken güdülenmiş muhakemede düşünce ve inançlarımızı destekleyen bilgilerle desteklemeyen bilgileri işleme şeklimiz farklılık gösterir. Burada ‘işleme şekli’ ile ifade edilen; doğru, haklı, adil, ahlâklı gibi kavramları yerleştirdiğimiz konumdur.
Yeni yılla birlikte okuyucuyla buluşmasını umduğum bu kitapla bir üçleme niteliğinde olan bu seri de tamamlanmış olacak.

Bir yanıt yazın