Glass film incelemesi

Glass film incelemesi

Kesinlikle, M. Night Shyamalan, filmografisinde hem yüksek hem de düşük notlara sahip bir yönetmen olarak garip bir konumda bulunuyor. Shyamalan’ın başyapıtları arasında The Sixth Sense, Split ve Unbreakable gibi benzersiz ve etkileyici filmler bulunmasına rağmen, aynı zamanda The Last Airbender, Lady In The Water ve The Happening gibi eleştirilen yapımların da onun imzasını taşıdığını unutmamak gerekiyor. Shyamalan’ın 20 yıllık kariyerinin bir dönüm noktası olan Glass ise farklı bir durumu temsil ediyor. Bu film, Shyamalan’ın hem tekrar yükselişe geçeceği bir fırsat sunuyor hem de başarısız olması halinde kariyerini olumsuz etkileyebilecek potansiyele sahip. Bu nedenle, Glass hakkında gelen yorumlar oldukça karışık olabilir ve bu durumu anlamak mümkün.

 

İlk izlediğimde, Glass’taki hikayenin bazı yaratıcı tercihlerini takdir etsem de, genel olarak büyük bir hayal kırıklığıyla ayrıldım. İlgi çekici bir başlangıcın ardından, ikinci yarıda senaryoda kayda değer bir gelişme olmaması, saçma mantık hataları ve etkisiz bir final beni oldukça rahatsız etti. Glass, tek başına izlenebilir bir film olabilir, ancak Unbreakable ve Split gibi iki harika filmi bir araya getiren üçlemenin son halkası olarak düşünüldüğünde, ortaya beklentilerimin altında kalan bir sonuç çıktığını düşündüm. Ancak, Glass’ı Unbreakable ve Split’teki karakterlerin bir araya gelerek bol aksiyonlu epik bir final olarak görmüşsem, hayal kırıklığına uğramamak imkansızdı. Çünkü bu, filmi ilk izlediğimde benim de beklediğim şeydi. Ancak, Glass’in asıl içeriği, filmi ikinci kez izledikten sonra ortaya çıktı. İlk izleyişimde kafamda soru işaretleri bırakan konular, bazı mantık hataları ve özellikle final sahnesi, ikinci kez izlediğimde daha anlamlı bir bağlam kazandı. Bu sayede, Glass’in daha mantıklı bir hale geldiğini gördüm.

 

Eğer Unbreakable ile Split’in, süper kahraman filmi olmayan, ancak süper kahraman temasını ustalıkla işleyen yapımlar olduğunu düşünürsek, Glass’ın da alışılmışın dışında bir hikaye sunarak en mantıklı tercihi yaptığını söyleyebiliriz. Çünkü çizgi romanlardaki renkli dünyalardan, bol aksiyonlu sahnelerden, aşırı güçlü kötü adamlardan ve epik bir finalden uzaklaşarak, Glass hikayesinin gerçek dünyada geçtiğinin farkında. Gerçek dünyada yaşanan her olayın bir sonucu olduğu ve genellikle her şeyin tatmin edici bir şekilde sonuçlanmadığı bilinciyle hareket ediyor.

 

Glass, süper kahramanlara yer olmayan bir dünyada süper kahramanların varlığına odaklanarak türünün klişelerini reddeden bir film olarak öne çıkıyor. Aynı zamanda, karakterlerini sıradanlıkla oynayan ve sonunda karakterlerini olabilecek en saçma şekilde öldüren bir film. Çünkü süper kahramanlar genellikle epik bir şekilde ölürken, bu filmde karakterler gerçek dünyanın sınırları içinde kalması gerektiğini hatırlatıyor.

 

Evet, Unbreakable’in ilk gösterildiği zaman seyirci tarafından tam olarak anlaşılamayan ve tatmin edici bulunmayan bir süper kahraman filmi olduğunu biliyorum. 2000 yılı, çizgi roman filmleri için önemli bir yıldı çünkü uzun bir süre boyunca Hollywood, Superman ve Batman serileri dışında başarılı bir süper kahraman filmi yapamamıştı. Ancak X-Men’in 2000 yılında başarısıyla bu durum değişti. İnsanlar henüz çizgi roman filmlerine alışmaya başlamışken, Unbreakable aynı yılın sonunda çıkarak seyirciyi şaşırttı ve ne düşüneceğini bilemedi. Bu yüzden film, The Sixth Sense’in başarısını tekrarlayamadı ve eleştirmenlerden zayıf notlar aldı. Ancak 19 yıl boyunca, süper kahraman filmlerinin popülerliği artarken, Unbreakable zamanla daha iyi anlaşılan ve takdir edilen bir film haline geldi (şu anda benim de Shyamalan’ın filmleri arasındaki favorim). Aynı durumun Glass için de geçerli olacağına inanıyorum. Çünkü Glass, işlenişi ve finaliyle oldukça tatmin edici bir film. Ancak bu türden alışılmışın dışında bir yaklaşıma sahip olduğu için, etkisinin zamanla anlaşılması ve takdir edilmesi biraz zaman alabilir.

 

Glass, tam olarak mükemmel bir film olmasa da (örneğin, Bruce Willis’in performansı ve soundtrack’in arka planda kalması gibi unsurlar gibi), sonuç olarak oldukça özel bir yapım ortaya çıkarıyor. Tekrar tekrar izlendiğinde veya üzerinde düşünüldüğünde seyirciyi ödüllendiren ender filmlerden biridir. İlginçtir ki, ilk izlediğimde en çok nefret ettiğim bölüm olan son 30 dakika, şimdi ise filmde en çok sevdiğim şeylerden biri haline geldi. Bu nedenle, filme bir şans vermek önemlidir. İlk izleyişinizde beğenmediyseniz, bir kez daha denemelisiniz. Bu tür orijinal ve cesur yapımlar kesinlikle desteklenmeyi hak ediyor. Çoğu kişinin düşündüğünün aksine, Glass yılın hayal kırıklığı değil, aksine en şaşırtıcı ve cesur filmlerinden biridir.

Son olarak, filmde oldukça hoşuma giden bazı detaylardan bahsetmek istiyorum:

Elijah Price, David Dunn ve Kevin Wendell Crumb gibi ana karakterlerin bulunduğu enstitünün Doktor Ellie Staple tarafından yönetilmesi gerçekten dikkat çekici bir detay. Doktor Staple, tarafsız bir şekilde hareket ederek tek amacının bu karakterleri bir araya getirmek olduğunu belirtiyor. Bu, çizgi romanlardaki sayfaların zımbalarla birleştirilip tam ortaya yerleştirilmesi gibi bir benzetmeyle anlatılıyor.

Filmin finalinde kötü adamların kolunda takılı olan 3 yapraklı yonca ise oldukça sembolik bir anlam taşıyor. 4 yapraklı yonca nadir bulunan ve özel bir sembol olarak kabul edilirken, 3 yapraklı yonca ise sıradanlığı ve çoğunluğu temsil eder. Bu, gerçek hayattaki süper kahramanların nadirliğine atıfta bulunuyor. 4 yapraklı yoncaların nadirliğini önüne geçen ve onları bulmayı zorlaştıran unsurları temsil eder. Filmdeki ana karakterlerin tutulduğu tesis ve Doktor Ellie Staple’ın amacı da bu temayı yansıtıyor. Bu, gerçekten yaratıcı bir düşünce ve filmin derinliğini arttırıyor.

Kamil Hızer /Magazinname.com

Instagram: @kamilhizer

Bir yanıt yazın