Türkiye’de, günümüzde dahi 7’den 70’e herkesin içinde Yunanlarla karşı kendi ülkesini ve değerlerini savunup öne çıkarma gayesi taşır. ”Atam size nasıl yüzmeyi öğretti gluk gluk” ya da ”dolma, yoğurt, cacık bunlar bizden çıktı bre gavurlar cümlelerini söz konusu Yunanlarsa çok duyarız. Bizim elimiz sağlam, kozumuz çok… Ama onların da elinde sinema konusunda öyle bir kozlar var ki: O da The Lobster, Köpek Dişi, Sarayın Gözdesi, Nimic ve bu film gibi filmlerin yönetmeni, kendine has bir sinema dili ve sembolik anlatımı olan Yorgos Lantimos. Bugün ise, aynı usta yönetmen Krzysztof Kieślowski gibi daha açılış sekansından filmin kime ait olduğunu anladığınız nadir yönetmenlerden olan Yorgos’un Kutsal Geyiğin Ölümü adlı filmini konuşacağız, buyurun sohbete.
Filmin kısaca sinopsisinden bahsetmek gerekirse: Karısı gibi başarılı ve kariyer sahibi bir doktor olan Steven Murphy; dışarıdan bakıldığında gıpta edilecek bir aileye, eve, arabaya, prestije ve akıllı iki tane çocuğa sahiptir. Muhtemel olarak hayatı aynı monotonlukta ve sorunsuz geçerken birkaç zaafından biri olan alkol sebebiyle girdiği bir ameliyatta hata yapmış ve hastasının ölümüne sebep olmuştur. O sırada alkollü olduğunu doktor arkadaşı hariç kimse bilmediği için herhangi bir sıkıntı olmamakla birlikte görece olarak çektiği vicdan azabı sonucunda öldürdüğü hastanın çocuğu ile aralıklı olarak görüşerek bir nevi içini rahatlatmaktadır. Ciddi psikolojik rahatsızlıkları olmasına rağmen sorun çıkartacak bir tipe benzemeyen Martin, Murphy ve tüm ailesine bir şekilde musallat olacaktır (film korku filmi değil, onu söyleyeyim).
Daha açılış sekansında bazılarımızı çokça rahatsız edecek bir ameliyat sahnesiyle daha doğrusu yakın çekim dikilen bir bağırsak (ya da her ne ise) görüntüsüyle, ayrıca daha sahne açılmadan sözleri ”İsa Mesih çarmıhta yüzüyor, başı kanlı bir şekilde düştü, ölüm gecesinde kanlı” şeklinde olan bir klasik müzik ile karşılanıyoruz. Sonrasında ameliyatı yapanın doktor Murphy’i olduğunu ve kanlı eldiveni ile önlüğünü çıkartıp çöpe attığını görüyoruz. Şu an ve başta çok anlamsız gelen bu sahne aslında filmi bize anlatıyor: ortada yapılması gereken kanlı bir iş var yani bir bedel ödenmesi gerek, biri bunu yapıp ellerini kirletecek fakat hiçbir şey olmamış gibi çöpe atıp hayatına devam edecek. Allah’ım bayılıyorum böyle açılışlara!
Yorgos sinemasını özgün kılan yegane şeylerden biri; filmdeki karakterlerin, kişilikleri veya hayattan beklentileri ne olursa olsun aynı sıradanlıkta, hiçbir duyguyu yaşarken aşırıya kaçmayacaklarını bakınca anlayabildiğimiz tavırlarıyla ve bize burada tam yaşadığın dünyada bir sıkıntı var ve sen bunu görmeyip ayakta uyuyorsun ”poker face” surat ifadeleriyle var olmaları. Özellikle bu noktada oyunculuk yeteneğinden de ayrı bir performans daha gösterilmesi gerektiğini düşünüyor ve Yorgos ile çalışan her oyuncunun performansına şapka çıkartıyorum zira bunu müthiş başarıyorlar. Ayrıca Yorgos’un mekan ve kamera açısı seçimleri de bu performansları destekleyen şekilde boğuk, tekinsiz ve soluk. Her şey burada bir sıkıntı var diye bağırıyor ve sizi içten içe geriyor.
Tabii, bazılarının filmi kafasında elemesine sebep olacak şeyi söyleyelim: filmdeki bu sıkıntı/olay korku veya aksiyon öğeleri barındırmıyor, aksine dram maskesi dram kıyafetinin içinde bir olguyu barındırıyor (spoiler olmaması için söylemiyorum). Bu gizemi açıklığa kavuşturup kavuşturmaması durumu bile şüpheli, orası size kalmış. Yani görece düşük temposu ve olay içinde olaysızlığından şikayetçi olanlara aldanmayın zira kesinlikle bu filmin kollarında bulacaksınız kendinizi özellikle bir saatin sonrasında. Ayrıca filmde kullanılan klasik müzikler de çok ustaca ve yerinde kullanılmış.
Kesinlikle izlenmesi, izlendikten sonra da birçok analiz ve inceleme okunması gereken bir film, mutlaka izleyin! Metin bu kadardı, okuduğunuz için gerçekten çok teşekkür ederim. Hoşça kalın!
Can Turbay / Magazinname.com