Ahlaklı (?) olmanın uykusuzluktan daha beter olduğu gerilim filmi: Insomnia spoilersiz inceleme

Genç ve başarılı sinema eleştirmeni Can Turbay 2002 yapımı Al Pacino ve Robin Williams gibi ünlü isimlerin başrollerini paylaştıkları Insomnia adlı filmi sinemaseverler için kaleme aldı.

Ahlaklı (?) olmanın uykusuzluktan daha beter olduğu gerilim filmi: Insomnia spoilersiz inceleme

Selam size, film izleme eylemini lütuf sayan ve bu yüzden her gün Allah’a şükreden sinemaseverler. Bugün, ünlü yönetmen Christoper Nolan’ın Memento filmi ile ün yaptıktan sonra çektiği Insomnia’yı konuşacağız. Yönetmenin bu üçüncü filmi aslında, 1997 çıkışlı bir Norveç gerilim filminden yeniden çevrimdir. Yapımcıların aralarında; yav burda Nolan adlı genç ama yetenekli bir çocuk varmış, biz senaryoyu ve yanına da kıyağımız olarak Al Pacino ve Robin Williams gibi iki ustayı buna verelim, çeksin çocuk nasıl olsa Hollywood olarak standartlarımız düşük kötü olursa yokmuş gibi davranırız şeklinde konuşup karar verdiklerini düşünüyorum. Peki film Hollywood standartlarının üstünde mi yoksa altında mı? Buna filmin kısaca sinopsisinden bahsettikten sonra irdeleyelim.

Dedektif Will Los Angeles polis departmanında görevli bir dedektiftir. Genç bir kızın ölümünü araştırmak üzere Alaska’da küçük bir balıkçı kasabasına ortağı dedektif Hap ile birlikte gönderilir. Burada yerel polislerle birlikte olayı aydınlatmaya çalışacaktır. Dedektifler araştırmaları sonucu bir yazar olan Walter Finch’den şüphelenirler ve peşine düşerler. Alaska’nın coğrafi şartlarına uyum sorunu yaşayan dedektif Will Dormer bir yandan uykusuzluk problemi çekerken diğer yandan da içine düştüğü zor durumdan kurtulmaya çalışmaktadır. Ancak kendisi gibi uykusuzluk problemi yaşayan bir kişi daha vardır.

Film, içerisinde birçok hikaye barındırıyor. Hepsini yeterince detaylı ve özenli şekilde anlatamasa da en azından senaryonun derli toplu olduğunu söyleyebilirim, film arkasında soru işareti bırakmıyor veya kendini tekrar etmiyor. Yine de seyir zevki bir gerilim/suç filmine göre çok yüksek değil yani sizi oturduğunuz yere çivilemiyor. Bazı aksiyon sahnelerinde ani yükselişler olsa da filmin temposu beklenilenden yavaş kalıyor. Filmin hemen başlangıcında Los Angeles’tan gelen iki dedektifin, iç işleri tarafından soruşturulduğunu görüyoruz. Bu durumun aralarındaki ortaklığa zarar verdiği bize hemen hissettiriliyor. Bir yanda, dedektifimizin kasabada güneş hiç batmadığı için yaşadığı uykusuzluk sorunu, diğer yanda da ana hikaye konumunda, kasabada işlenen cinayet söz konusu.

Şunu söylemeliyim, katilin bilinmediği, siz seyirciler ile aynı anda dedektiflerin de bu gizemi çözmeye çalıştığı genel klasik bir polisiye filmi bekliyorsanız muhtemelen film bu beklentiyi karşılayamayacaktır zira gizem ve suçtan ziyade daha çok psikolojik öğeler üzerinden oynayan bir film Insomnia. Bu bağlamda film, katile ve dedektife odaklanıp tam bu noktada karışan doğru ve yanlış değerlerini inceliyor. Ana çatışma da burada ve size de karakterlerin hareketleri vesilesiyle doğru ve yanlışı çokça sorgulamak durumunda kalıyorsunuz. Bu durum da ana çatışma öğesinin başarısını gösteriyor. Sadece, bu çatışmayı daha da derinleştirmek için Robin Williams’ın canlandırdığı kötü karakterin geçmişini veyahut karakterini detaylı görmeyi çok isterdim. Robin Williams iyi bir iş çıkarsa da bu karakter maalesef çok yüzeysel kalmış ve seyirciyle bağ kurma ihtimali sıfırlanmış.

İki yönetmenin kurgusundaki belli başlı farklılıklar göze çarpıyor. Skjoldbjærg; kesintisiz ve uzun sahnelerde mavi tonların ağırlıkta olduğu bir atmosfer yaratmayı, hikaye anlatımında görselliği ön plana çıkarmayı tercih ediyor. Nolan ise genellikle sahnelerde sık sık kesinti yapıyor, diyaloglara daha çok yer veriyor, doğal tonlarla oluşturduğu filmin aksiyon açısından bir parça daha öne çıkmasını sağlıyor. Açıkçası Norveçli yönetmenimizin sinematografisini daha başarılı bulduğumu söylemeliyim. Mekan çekimleri ve ışıklar senaryoya daha uygun kullanılmış. Burada da Nolan’ın Hollywood standartlarından kurtulmak istese de töreye yenik düştüğünü görmek mümkün.

Nolan’ın genel hatlarda orijinal senaryoya sadık kaldığını söyleyebiliriz. Ayrıca orijinal film 96 dakika iken bu film ise 118 dakika. Burada ilk akla ”oo çok iyi Nolan muhtemelen olayı veya karakterleri daha dolu işlemiş” olabilir fakat bu gerçekten böyle mi, orası tartışılır. Zira iki filmi kıyasladığımızda, Doomer karakterinin içinin boşaltıldığını görüyoruz, ayrıca filmin orijinal versiyonu sahnelerinde bu karakteri merceğine alıyor çoğunlukla. Nolan ise bu yolu tercih etmediğinden, karakterlerin ruhsal derinlikleri diğer filmlerindeki kadar yer almıyor. Açıkçası size, hangi filmi önereyim şu satırları yazarken dahi kararsız kaldım. Siz en iyisi ikisini de izleyin dostlarım, mis gibi ortada anlaşmış oluruz.

Yazının başında sizi rahatsız etmek istemedim o yüzden tanışma faslını sona sakladım. Ben Can Turbay, sinemayı ve onun hakkında konuşmayı gerçekten çok seviyorum bu vesileyle de artık burada kalemim yettiği ölçüde sinema ile ilgili yazılar yazacağım. Görsel bir anlatımla daha iyi olur diyenler için bir Youtube kanalım var aşağı linkini bırakacağım şimdiden hepinize teşekkür eder iyi okumalar/seyirler dilerim.

https://www.youtube.com/channel/UCwZIkqY_9h71e0sIxAVdLEQ

Can Turbay / Magazinname.com

Bir yanıt yazın