Magazinname.com yazarı ve sinema eleştirmeni Can Turbay bu hafta da köşesinde Disney+ Plus ekranlarında yayınlanan Lightyear adlı filmi sizler için inceledi.
Ooof Disney ooof! Oyuncak Hikayesi filmlerini izlemeyen yok, e Buzz karakterinin de seveni çok. Tamam güzel sen kendisine solo bir film çekiyorsun, senin için hoş parayı cukkalıcan bizim için de hoş sıkıntı yok. Fakat niçin böyle bir film? 200 milyon dolarlık dev bir bütçe ayırmışken bu filme elinden gelenin en iyisi bu mu gerçekten? Yazık, çok yazık… İncelemeye geçelim:
Konusundan kısaca bahsetmek gerekirse kahramanımızı bu sefer oyuncak halinde değil de gerçek insan halinde seyrediyoruz (seslendirmesini de kendisini Kaptan Amerika olarak tanıdığımız Chris abi yapmış). Uzay ekibinin en iyi pilotu olan Buzz abinin üzerinden gelemediği yolculuk ve uçuramadığı uçak yok. Bu sebeple de kendisine olan özgüveni tavan yapmış olacak ki her şeyi ve en zor görevleri kendi halledebileceğini düşünüyor. Tabii çekirge sıçrar sıçrar üçüncüde sıçar misali Buzz abinin ve ekibinin de kaynak için geldiği bir gezegende saldırıya uğraması sonucu gezegende mahsur kalıyorlar. Kahramanımız bunu kendisine ve namına yediremeyip bir an önce bu gezegenden kurtulmak için test sürüşleri gerçekleştirse de sonradan fark edeceği ve filmin kaderini değiştirecek büyük bir engel karşılaşacaktır. Tabii ki sonradan olaylar silsilesi başlıyor ama başta ne dedik ”spoiler yok”:
Filmin nerdeyse tüm yanları sıkıntılı. Daha önce muhakkak iyi bir Disney animasyon filmi izlediğinizi varsayarak onları aklınıza getirmenizi istiyorum zira bu eleştiriyi biraz karşılaştırma yoluyla yapalım. İlk olarak senaryoyu oldukça zayıf buldum, izlerken bir sonraki sahneyi tahmin edememeniz için gözlerinizi kapatarak izlemeniz gerek o derece! Tabii bu da beraberinde heyecan duygusunu yok ederek filmin sürekliliğini oldukça olumsuz etkiliyor. Sinema dışında bir yerde izlerseniz birkaç kere ara verme ihtimaliniz yüksek (en azından bi Instagram’a bakarsınız kim yine nereye tatile gitmiş diye). Tempo düşük değil hatta olaylar bayağı hızlı gelişiyor fakat nerdeyse her sahnenin potansiyeli harcanmış hikayeyle ilgili seçimlerle.
100 dakikaya birçok şey sığdırmaya çalışmışlar bu güzel olsa da ortada dişe dokunur ne bir drama var ne de aksiyon. Ara ara bilim kurgu da dahil hepsine göz kırıpıyor ama o kadar, başka yok! Düşünün Disney animasyonlarının hikaye derinliklerini ve kalitesini, ağzımız açık izlerdik. Bunun dışında, ben hep Disney filmlerinde en az bir karakterle muhteşem bir bağ kurardım ve bu bağ film sonrasına da taşınırdı belki oyuncağını almaya kadar giderdi. Fakat maalesef bu filmde herhangi bir karakterle böyle bir bağ kuracağınızı düşünmüyorum çünkü hepsi fazlasıyla yüzeysel. Diğer Disney animasyonlarının yan karakterleri bile daha iyidi be! Buzz abi için bile geçerli bu öyle düşünün, filmde başrol ama komutları uygulayan robottan farkı yok. Karakterlerin yaptığı esprilereyse nerdeyse hiç gülmedim. Animasyon filminde de ne çok şey arıyorsun demeyin gerçekten Disney’in filmlerinde dram da komedi da her zaman zirveye oynardı. Yani espriler oldukça bayat (hangi dayım tadında).
Son olarak Disney, özellikle son düzlükte çıkardığı Soul gibi filmlerinde hep bir mesaj kaygısı taşır ve bu kaygının hakkını vererek o mesajı ince bir şekilde düşüncelerimize işler. Bu filmde ise verilmek istendiğini tahmin ettiğim iki mesaj olsa da işleniş bakımından da göze sokmama açısından da vasatın altı bir iş ortaya konulmuş.
Uzun lafın kısası dostlarım, Lightyear son zamanlarda izlediğim en başarısız Disney filmlerinden biri oldu. Bunun sebebi yeterince özenilmemesi bilmiyorum zira hikaye olsun, bütçesi ve başkahramanı olsun ciddi bir potansiyel taşıyordu bu film. Ülkemizde de 17 Haziran’da seyirciyle buluşması beklenen filmin 2 Eylül’de vizyona gireceği duyuruldu. Çocuklar çok sevecektir o yüzden kardeşinizle çerez niyetine izleyebilirsiniz. Disney’in, çocuklar kadar yetişkinlere de hitap eden animasyon filmlerinin hiçbir zaman sonu gelmemesi dileğiyle, hoşça kalın.